16 Ocak 2013 Çarşamba

TARTIŞMANIN DA KÜLTÜRÜ OLUR MUYMUŞ???

Bizim kültürümüze uymayan, bizim bir türlü öğrenemediğimiz bir kavram; "tartışma". Sözlük anlamına baktığınızda, en fazla kullanılan üç anlamı var:

TARTIŞMA: 1.Birbirine karşıt düşünceleri karşılıklı savunma: 2. Karşılıklı ağır sözler söyleyerek yapılan çekişme, atışma, ağız dalaşı, dil dalaşı, dil kavgası, ağız kavgası, münakaşa 3. Bir sorun üzerine sözle veya yazılı olarak karşılıklı savunma.

Dikkat ederseniz her üç anlamı da bir fikri, bir düşünceyi konuşarak ikna yoluyla savunma anlamı taşıyor. Siz hiç iki Türk arasında yaşanan bir tartışmanın kavgaya dönüşmeden sonuçlandığını gördünüz mü?  Hakarete varmayan, hatta kaba şiddete yol açmayan kaç tartışmaya şahit oldunuz?

Almanya'da yaşadığımız dönemlerde, Almanların en hayran olduğum özelliklerinden biriydi, tartışma kültürleri. Adamlar, en hararetli konularda bile genellikle en sakin ses tonlarıyla, çılgın el kol hareketleri yapmadan tartışır ve ortak paydada birleşemeseler de sonunda herkes dönüp kendi yoluna giderdi. Öyle sokakta arabasından inip birbirine tekme tokat giren, sokakta yumruklaşan filan pek göremezdiniz oralarda.. Ancak, birahane önlerinde, alkol duvarı fazlasıyla aşılmışsa kontrol kaybolur, tartışma değil kavgalar başlardı.

Biz de ise; rakip takım tartışmaları, ayrı siyasi ya da dini görüşler, farklı sanat yaklaşımları, ailevi tartışmalar...gibi,  her konu - ama her konu; sonu hakarete bağlanan, saygısızlığın diz boyu olduğu hatta kaba şiddete dönüşen kavgalara dönüşüyor. Kimse sakin sakin görüşünü savunamıyor. Sesler yükseliyor, el kol hareketleri başlıyor. Karşı taraf "indir o elini - kolunu, yoksa...." diye olaya giriyor. Küfür, kıyamet, yumruk, tekme...Artık Allah ne verdiyse..!


En eğitimlimiz, en kendini kontrol etmesi gerekenimiz bile tartışmayı bilmiyoruz, sesimizin yükselmesine, yüzümüzün - ifademizin çirkinleşmesine gem vuramıyoruz, küfürü kontrol edemiyoruz, vücut dilimize söz geçiremiyoruz.

Neden diye düşününce cevabını da pek bulamıyorsunuz aslında. Kanımız mı kaynıyor bizim? İçimize kaçan şeytanlar, daha mı fazla Avrupalınınkinden? Beynimizdeki kontrol ünitesi kısa devre mi yapmış? ... Ya da belki, çocukluktan tamamen yanlış öğrenmişiz tartışma kültürünü. Annemiz, babamız, okuldaki öğretmenimiz savunmak istediğimiz görüşleri dinlemek yerine, bastırmış. Konuşmayı, kendimizi ifade etmeyi öğrenememişiz. Bizim gibi kendini ifade etmeyi bilmeyen arkadaşlarımızla, ancak kavga ederek, kendi fikirlerimizi kabul ettirmeye çalışmışız. İkna etmek olmamış hiç amacımız, kabul ettirmek, dikte etmek olmuş! Üstelik bunu yaparken, kırıp dökmeyi marifet bilmişiz. Güç gösterisi gibi görmüşüz, tartışma ortamlarını arenaya çevirmişiz. "Benim babam, senin babanı döver " demişiz. Nerdeyim, kimim diye düşünmemişiz - tartıştıkça kendimizi kaybetmiş, kontrolsüz kalmışız. Sesimizi yükselttikçe, sertleştikçe haklı çıktık sanmışız...

Oysa; ne kadar antipatik göründüğümüzü hiç fark etmemişiz. Hakaret ettikçe o hakaretlerin altında aslında kendimizin ezildiğini görmemişiz. Haklıyken haksız hale düşebildiğimizi anlamamışız...

Ben eminim ki, tartışmayı öğrendiğimiz gün büyüyeceğiz; hem birey hem de toplum olarak. Saygınlığımız artacak. Kabul görür olacağız. Görüşlerimiz dikkate alınacak. Bunun için de önce herkes kendine dönmeli. Kendi şapkasını önüne koyup kendini tartmalı. Ama mutlaka olmalı.

Yoksa, fevri, aykırı, kabul görmeyen bir toplum olmanın ötesine geçme şansımız yok malesef....

Sevgiyle!





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder