25 Eylül 2013 Çarşamba

BAYANDAN NAÇİZANE BİR FUTBOL YORUMU

Tüm Galatasaray camiası olarak, geçen yıl ki şampiyonluğun ardından bu yıla büyük heveslerle başladık. Benim gibi pek çok GS'li için yapılan transferler geçen seneki kadar heyecan verici olmasa da, kadronun yeterli olduğu düşüncesi hakimdi. Başkan tutarlı, teknik direktörümüz ve ekibi sağlamdı. Yani bu yıl hem ligde hem de şampiyonlar liginde iddialı olacağımız bir yıl olarak düşünülüyordu.


İlk tedirginlikler ligin başlamasıyla yaşandı. Alınan yenilgiler bir miktar tadımızı kaçırdı. Hemen ardından Türk Milli tadımının aldığı başarısız sonuçlar,yaşanan istifalar ve milli takımın başına geçmesi için Fatih Terim'e yapılan teklif ortalığı karıştırdı. Hem GS yönetimini, hem de Fatih Terim'i ortada bırakan bir dönem başladı.

Milli takım görevi kimsenin kolay kolay red edemeyeceği bir görev. Yönetim teknik direktörümüzü veremem dese  bir türlü, Fatih Terim kabul etmese bir türlü.... Hani derler ya; iki ucu..... Sonuçta ortada milli bir görev ve duygular var. Kulislerde Başbakanın Fatih Terim'i bizzat arayarak görevi kabul etmesi yönünde telkinde bulunduğu ve Terim'in de kabul etmek durumunda kaldığı konuşulmuştu. Zaten geçen seneden beri süregeldiği söylenen Aysal - Terim gerginliği ve son yaşanan gelişmeler taraftardaki tedirginliği alevlendirmişti.

Dün Galatasaray Yönetimi Terim ile yollarını ayırdığını duyurdu! Tabii, gündeme bomba gibi düştü bu haber. Bir kısım bu gelişmenin beklenen bir gelişme olduğunu belirtirken, bir kısım olayı yönetimin basiretsizliği olarak değerlendirdi.

Bu konuda kendi görüşümü sizlerle paylaşmak istedim.

Öncelikle Fatih Terim'in geçen sene Galatasaray'ın başına geldiğinde fark edilen en büyük özellik, söylemlerindeki ve tavırlarındaki değişiklik, alçakgönüllülük ve törpülenmişlik hali idi. Daha önceki yıllarda gördüğümüz ego patlamalarından eser yoktu. Ta ki, 9 maç ceza aldığı o olaylı güne kadar. O gün Fatih Hoca'nın içindeki canavar hortladı diye düşünmüştüm. Gerçekten de o günden sonra Fatih Hoca'nın hal ve hareketlerinde bir farklılaşma, bir yükselme göze çarptı. Aynen UEFA kupasının alındığı dönemdeki tavırları sergilemeye başladı, Terim. Üstelik de Ünal Aysal gibi fazlasıyla Avrupai bir anlayışa sahip bir başkanla çalışırken sürtüşmeleri had safhaya çıktı. Her ne kadar, iki taraf da arada bir sorun olmadığı yönünde beyanatlar verse de, herkes bu gerginliği farkındaydı uzun süredir. Terim'in GS ile ligde şampiyonluk hedefi olması, Şampiyonlar Ligi'nde devam ediyor olması ve bunun yanına bir de Milli Takım'ı eklemesi ve buna Yönetimin engel olmaması zaten bu işin bir yerlerde kopacağının sinyallerini vermeye başlamıştı.

İlk duyduğumda bana da Yönetimin iş bilmezliği olarak yansıyan olayda, detaylar konuşulmaya başlandıkça Terim'e kızgınlığım arttı. Başkan'la konuşmamak, telefonlara çıkmamak, tavır koymak son derece yanlış hareketler. Sonuçta seçilmiş bir yönetim ile çalışmak üzere getirilmiş bir teknik heyet durumu var. Hedefler konmuş, bu hedefe yönelik yatırımlar yapılarak futbolcu transfer edilmiş. Teknik direktör ve kadrosunun da birebir bu hedefe kilitlenmiş olması gerekirdi. Yarı zamanlı bir yönetim, bu takımı hedefine ulaştırmaya yeterli gelmez diye düşünüyorum. Günün sonunda, hiçbir teknik direktör Galatasaray'dan büyük değildir, olamaz... Maalesef Fatih Hoca, gene her döneminde olduğu gibi Galatasaray Yönetimi ile ters düşme, egolarının esiri olma sıkıntısını yaşadı.

Fatih Terim Galatasaray'lı herkes için bir gurur kaynağı. Sonuçta diğer talkımların hiç birinden bir ikinci "Fatih Terim" çıkmadı. Adama imparator denmesi de boşuna değil, ama ... Keşke hoca kendini kontrol etseydi, başta yönetimle diyaloglarını daha sıkı ve samimi tutsaydı, milli takımı reddedebilme cesaretini gösterebilseydi, bunu yaparken yönetimin desteğini de arkasına alabilseydi. Keşke,  milli takım yoluyla TFF tarafından Galatasaray'a kurulan tuzağa (bu da benim görüşüm) düşmeseydi. Keşke, kendini ve egolarını dizginleyip belki de direktörlük hayatında ilk kez bir yönetimle geçinebilseydi - geçmiş dönemlerdeki hem GS, hem de Avrupa tecrübelerinde yaşadığı sorunları bir kez daha yaşamayıp hakkındaki önyargıları yıkmayı başarabilseydi... Yönetimle ilgili de bir keşkem var! Keşke; bu süreci daha profesyonelce yönetebilselerdi, ve Fatih Hoca'ya milli takım teklifi geldiğinde, TFF'na en azından yıl sonuna kadar red cevabı verebilme cesaretini gösterip ligler daha yeni başlamışken GS'yi böyle bir kaosun içine sürüklemeselerdi.

Fatih Terim, Galatasaray için "İmparator"dur. Bu asla değişmez! Taraftarın Terim sevgisi asla bitmez! Bu durumda, kendisine Milli Takım'daki yeni görevinde başarılar dilemekten başka da bir şey elimizden gelmez.

Şimdi Galatasaray'lılar olarak Yönetimin bu krizden en az zararla nasıl çıkacağına bakacağız. İnşallah en kısa zamanda en doğru teknik adamla anlaşma sağlanır. Ama bu yıl başarılar hayal olacak gibi görünüyor. Takımın başına kim gelirse gelsin, dinamikler temelinden sarsılacak.

Hayırlısını dilemekten başka yolumuz yok.

Tek üzüldüğüm konu ise, rakip takım taraftarlarının ağzına bir kez daha çiğnenecek KOCAMANNNN bir sakız vermiş olmak!!!

Sevgiyle...






24 Eylül 2013 Salı

ELVEDA SOSYAL HAYAT!

Dizi mevsimi açıldı. Artık yazın hafiften hareketlenen sosyal hayatlarımızın televizyon karşısında bolca pineklemeye dönüşeceği günler maalesef çok yakın!


Ben sosyal bir ailede büyüdüm. 1970'li 80'li yılların İzmir'i, küçük bir büyük şehir (!) olduğundan herkesin birbirini tanıdığı, sosyal toplantıların gerek evlerde, gerek dışarıda yoğun olarak gerçekleştirildiği bir yerdi.
Ben biraz tekne kalıntısı olmam sebebiyle, ablam ve abim üniversiteye gittiği yıllarda annemlerin sosyal hayatına dahil olmuştum. Yani, onlarla sık sık geceleri partilere gider, babamla en şık ortamlarda figürlerle dans eder, akşam yemeklerine katılır ve annemin davetlerinde ona yardımcı olurdum...
Sanırım o günlerden kalma bir alışkanlıkla evimde misafir ağırlamayı çok ama çok severim.

İkram listeleri hazırlamak, ona göre alışverişler yapmak, sofralar kurmak, özenmek, her şey iyi olsun diye fazlaca titizlenmek...

Bir misafir çağırdığımda, gelecek olan kişilerin ne içeceğini tahmin etmeye çalışıp menümü onların seveceği ya da özlediği şeyleri düşünerek oluştururum. Menümdeki mezeleri ve tatlıyı ana yemeğe uygun belirlemeye özenirim. Yani balıklı bir menüm varsa, mezeleri balık sofrasına uygun oluşturmaya çalışırım. Bu arada gözüm doymaz, elim durmaz... Bazen fazlaca abartırım. Sofradaki bir şey fazla rağbet görmezse de üzülür bozulurum. Aslında kendimi kontrol edip kararında hazırlık yapmayı öğrenmem lazım. Yoksa yakında annem gibi ısrarlı bir ev sahibi olmaya başlayabilirim:-)

Mutfağa mutlaka girerim. İşin aslını kendim yapmak isterim. Elimin lezzetine güvenirim ve bunu yemeklere yansıtmak isterim. Süslemelere de ayrıca önem veririm. Sofrada çok farklı renklerin bulunması hoşuma gider. Yiyeceklerin farklı renklerde olması; kırmızılar, yeşiller, sarılar, turuncular... Her tabağa farklı bir son nokta koymak isterim. Bazen bir fesleğen yaprağı, bazen bir zeytinyağ damlası... Sofra süslemek resim yapmak gibi gelir bana, severim!


Bu arada, internette yemek bloglarını incelemek farklı tarifler denemek de inanılmaz hoşuma gidiyor. Genellikle misafirlere denenmiş tariflerimden yapmaya özen göstersem de, ara sıra risk alıp ilk kez yaptığım bir tarifi sofraya getirdiğim de oluyor. Eğer sonuç başarılı ise ve bununla ilgili tebrik de alırsam değmeyin keyfime.

Kızım da benim bu merakıma sahip. Hatta bir ara ileride pasta ustası olma hayalleri kuruyor, eğitimini ona göre planlamak istiyordu. İnşallah hayat ona bonkör davranır ve meslek olarak çok keyif alacağı bir seçim yapar.

Kim bilir, belki ileride kızımla ortak bir cafe ya da restaurant açarız. Ben yemekleri, O tatlıları yapar, herkesi mutlu etmeye çalışırız...
Sanırım bu fazlasıyla pozitif bir hayal oldu. İş hizmet sektörü olunca kimseyi %100 mutlu edemeyeceğimi benden daha iyi bilen de yoktur aslında!

Neyse; bu hayali bir fizibilite çalışması yapmadan gerçeğe döndüremeyeceğimi bilerek, hepimize bol gezmeli tozmalı, misafirli, lezzetli sofralarla donatılmış, az dizili ve çok keyifli bir sosyal hayat diliyorum.

Sevgiyle...

17 Eylül 2013 Salı

HİZMET İÇİN VARIM!

Okullar resmi olarak dün açıldı. Gerçi bizim okulumuz neredeyse iki haftadır başladı. Kızım büyük bir heyecanla 9.sınıfa başladı. Artık okulunun en büyük grubunun en küçüğü! Anaokulunu da sayarsak 10 yıllık veliyim, ilk defa bu yıl bir okul aile birliğine dahil oldum. Bu zamana kadar bu okul aile birlikleri ne işe yarar pek anlamaz hatta biraz da saçma bulurdum. İşsiz, güçsüz kadınlar bir araya gelmiş, kendilerini oyalıyorlar diye düşünürdüm...

Öyle değilmiş!

Bunu anlamam için iki toplantıya katılmam yetti.

Gerçekten özveri isteyen, zaman isteyen bir durum. Kızım artık lise olduğu için son birkaç yılda okula faydalı olmalıyım diye giriştiğim bu çaba, benim için zaman ve programlama açısından biraz zorlayıcı olacaksa da keyifli bir tatmin sağlayacak gibi duruyor.

Okullara gelir sağlamak amaçlı yapılan pek çok etkinlik ciddi planlama gerektiriyor. Bu gelirlerle bazen okulun bir ihtiyacı karşılanıyor (ki bizim okulumuz bir vakıf okulu olduğundan okul aile birliğinden böyle bir talep yok), bazen ihtiyacı olan öğrencilere burs sağlanıyor ya da okul yönetimi, öğrenci, veli, öğretmen kaynaşmasını sağlamaya yönelik aktiviteler düzenlenebiliyor. Herkesi mutlu etmek tabii ki mümkün değil ama, amaç genel bir memnuniyet yaratabilmek. Okulda veliler ile yönetim arasında bir köprü vazifesi gerçekleştirmek.

 
Tam benim kalemim işler aslında. Bu yıl biraz vakit sorunları yaşasam da çok keyif alacağıma eminim.

Aslında çok zaman şikayet ettiğimiz, hatta iletişimsizlikten yakındığımız okul - aile ilişkilerinde işi sadece okula yıkmamak gerektiğini anladım bu vesileyle (Biraz geç olsa da - çocuk neredeyse üniversiteye başlayacak:-))). Özellikle bizim okulumuz gibi büyük kampüslerde yeni gelen öğrencilerin adaptasyonu, mutluluğu önemli... Bu yıl yapılacak etkinliklerde çocukları keyiflendirecek pek çok aktivite var. Velilere yönelik de çok ilgi çekici çalışmalar planlanıyor.

Çocuğu okula giden tüm velilere tavsiyem; okul aile birliklerinde en az bir dönem çalışmaları. Böylece okulun sistemini daha yakından tanıma şansı bulabilirsiniz. Belki sadece çocuğunuzdan duyduklarınızı sınama, ya da farklı gözlerden farklı yorumlar dinleme imkanınız olur. Daha objektif düşünmenize katkısı olabilir. Ayrıca farklı yaşlarda ve farklı sınıflarda çocuğu olan velilerin deneyimlerinden de faydalanabilirsiniz.

Tüm öğrencilere ve velilere başarılı ve keyifli bir okul yılı dilerim.

Sevgiyle...

9 Eylül 2013 Pazartesi

9 EYLÜL KUTLU OLSUN !!!


İzmirli'yim. Bazılarına göre gavurum. Hatta sırf İzmirli'yim diye gerçek Müslüman olup olmadığımı sorgulayan arkadaşlarım bile var...

İzmirli'yim ve bundan sonsuz gurur duyarım. İzmir'in ülkemin en aydınlık yüzü olduğunu düşünürüm. İnsanlarının beynindeki ve kalbindeki aydınlığın yüzlerine yansıdığını bilirim. İzmir güneşinin kalpleri nasıl ısıttığını da çok iyi bilirim. Yolda yürüyen insanla selamlaşmayı, komşuyla kahve muhabbeti yapmayı, kapının önüne sokak kedileri için süt koymayı, mahalle esnafından alışveriş yapmayı (bunun için İstanbul'da yaşadığım her yerde gerçek esnaf aramayı) severim.
Sıcağını, nemini, denizin kokusunu, martıların sesini özlerim.

İzmirli'yim demekten gurur duyarım. Bunu bir statüymüş gibi görürüm. Sanki herkes de benim gibi düşünür sanarım. Üstelik düşünmeyene de şaşarım - elimde değil...

İzmir benim evim, buna inanarak eninde sonunda İzmir'e döneceğimin hayalini kurarım. İzmir havasında annemin kokusunu duyarım, rüzgarında babamın sesi yankılanır sanki. İzmir benim yuvam ve hep böyle hissederim.

Bugün 9 Eylül, İzmir'in Kurtuluşu. Kurtuluş Savaşı'nın dönüm noktası. İzmirli'nin gururu...

Bugün; İzmir'e "tu kaka" muamelesi yapanlar, İzmir'in Türklüğünü sınayanlar, hangi kafa yapısındalar merak ediyorum. İzmirli'nin onlarca yıldır, balkonlarını 9 Eylül günü bayraklarla süslemesini hazmedemeyenler, gece düzenlenen fener alaylarını anlayamayanlar...Siz Türk müsünüz? Kendinizi Türk gibi hissediyor musunuz? Önce bir bunu sorgulayalım bence. Siz önce bir İzmirli'ye saygı duyun... Bırakın herkes istediği gibi zafer gününü kutlasın. İzmir'in gururunu kırmaya çalışmayın, asla beceremezsiniz. Atatürk resimli Türk bayraklarını yasaklamaya, toplatmaya çalışmayın, her evde bir tane yedeği vardır emin olun.

İzmirli'yim, Türk'ün önde gideniyim. Bu sabah İstanbul'daki evimin balkonuna bayrağımı asarken nerede yaşadığım değil, kendimi bugün nerede hissettiğim önemli, unutmayın...


91 yıl önce canıyla kanıyla İzmir'i savunan herkese içtenlikle dua ediyorum. Vatanın bütünlüğü için savaşan tüm askerlere hakkımı sonuna kadar helal ediyorum.

ATAM ! En çok da seni, özlem ve saygıyla anıyorum. Mekanınız cennet olsun...

Sevgiyle...

 
 
 

4 Eylül 2013 Çarşamba

ÇİN İŞİ JAPON İŞİ...

Kızımı bilen bilir. Yemek yapmaya çok meraklı. Daha doğrusu pasta yapmaya meraklıdır. Çok da güzel becerir. Babası fazla tatlı merakı olmadığından, daha fazla yemek yapmaya yönlendiriyordu ne zamandır.
Bizim ailede Çin yemeği merakı fazla olduğundan, Defne illa Çin pilavı yapalım diye tutturdu. Bir türlü kullanmaya fırsat bulamadığım yeni wok'umu kullacağım için bana da cazip geldi ve işe koyulduk.
Bu arada, Çin yemeği yapmanın en önemli püf noktası, malzemeleri tam ve taze olarak yemeğinizi yapmaya başlamadan hemen önce hazırlamanız. Evde her an hazır malzemeniz olmayacağından bir gün önce mutlaka alışverişinizi yapmalısınız! Yemeğinizi de sofraya oturmadan yaklaşık 1 saat önce hazırlamaya başlayabilirsiniz. 

Şimdi malzemeler: (3-4 kişilik)

1 bardak yasemin pirinci
2 yumurta
Yaklaşık 100-150 gram tavuk eti
20-25 adet donmuş karides
Yaklaşık 3/4 bardak donmuş bezelye
1 adet havuç
2 adet yeşil taze soğan
1 tatlı kaşığı toz şeker
4-5 yemek kaşığı soya sosu
Zeytinyağ

Önce bir tencerede 1,5 bardak suyu kaynatın, içine biraz tuz ve 1 bardak yasemin pirincini ekleyip suyunu çekene kadar kaynatın. Suyunu çeken pirinci kenara alın, yapışmaması için birkaç kez karıştırın. Tavuk etlerini küp küp minik minik doğrayın. Çukur bir tabakta tavuk etlerinin içine önce 1 yemek kaşığı soya sosunu sonra 1 tatlı kaşığı toz şekeri ilave edip iyice karıştırın. Kenarda bekletin.
Bir tencereye sıcak su koyup kaynatın ve içine donmuş bezelyeyi ve tavla zarı iriliğinde doğranmış havucu ekleyin. Yaklaşık 5-6 dakika kadar kaynatın. Aynı tencereye donmuş karidesleri ekleyin. 5 dakika kadar daha kaynatın ve ateşten alıp suyu süzün. 
İki yumurtayı bir kaba kırın ve iyice çırpın. İçine biraz tuz ve ince ince doğranmış yeşil taze soğanları ekleyip tekrar çırpın.
Şimdi wok'umuzu kullanmaya başlayabiliriz. Önce wok'umuzu yüksek ateşte iyice kızdırıyoruz. Bu aşamadan itibaren hızlı ve dikkatli olmalısınız!
Kızgın wok'un içine 1 kaşık zeytinyağ koyup çırpılmış yumurtaları döküp hızlıca karıştırıyoruz. Yaklaşık 2 dakika kadar. Pişen yumurtaları bir tabağa alıp kenarda tutuyoruz.
1 kaşık zeytinyağ ilavesiyle tavuğu wok'ta 5 dakika kadar karıştırarak pişiriyoruz.
Hemen sonra wok'un içine 2 kaşık kadar daha zeytinyağ koyup haşladığımız bezelye, havuç ve karidesleri ve 2 kaşık soya sosunu ekliyoruz. Çevirerek kızgın wok içinde yaklaşık 3-4 dakika pişiriyoruz. İçine daha önce haşladığımız pirinçleri ilave edip karıştırıyoruz (bu aşamada dibini tutturmamaya dikkat edin). Hepsini beraber 2-3 dakika daha pişirip en son pişirdiğimiz yumurtaları ekliyoruz. Bir kaç kez karıştırıyoruz ve pilavımız hazır!
 
Umarım dener ve beğenirsiniz. Biz çok beğendik ve 4 kişilik pilavı 3 kişi afiyetle yedik! 
Şimdiden afiyet olsun!!!

Sevgiyle...



3 Eylül 2013 Salı

BİR ERGENLE YAŞAMAK - 9

4 Eylül...
Lise...
Okulun ilk günü...
Hazırlıklar...
Yeni bir başlangıç...
Gerçekle yüzleşme...
Hayata ilk adımlar...
Üniversite hazırlığına az kaldı....

İşte böyle. Biraz gerginiz. Kızımız liseli oluyor. Aynı okula devam etse de; yeni bina, yeni öğretmenler, yeni sistem, yeni dersler, sbs'den derece alıp bir yıl hazırlık okumuş "genius" grubun ortaokuldan gelenlerle karışması sonucu oluşacak homojen yapının sindirilmesi......... gibi bir sürü bilinmez ile ilgili endişeliyiz.

"Biz" kim miyiz?

Eşim ve ben; tabii ki!

Aslında kızım bunlardan ziyade; dizaltı çorap mı giyilecek?, saçlar açık bırakılıyor mu?, hangi ayakkabı alınacak?, herkes makyaj yapıyor, bende yapabilir miyim?, kantinden hamburger yiyebilir miyim? sınıfımda kimler olacak? eteğimin boyu yeterince kısa mı?.... gibi daha farklı konulara odaklanmış durumda.

Bu da bir nevi çatışma ortamı yaratıyor ev içinde. Benim beklentim biraz odaklanma, okula hazırlanma, ne bileyim mesela eve gelen okul kitaplarına şöyle bir göz atma... Ama yok, tatilde son günler ya. Ne kadar TV seyretsem kardır, ne kadar telefon geyiği yapsam yanıma kar kalır fikrinin önünü alamıyorum. Uyku deseniz neredeyse öğlene kadar. İlk kez bu yıl uyuyacağı tuttu çocuğun. Oysa bu yıla kadar yaz kış en geç 9:30da kalkılırdı. İki gün sonra sabah 6:30 da nasıl kalkacak çok merak ediyorum. Ya da sınıfta nasıl uyanık duracak? Yaşayıp göreceğiz herhalde.

Ben bu laylaylom hali görünce, daha okul açılmadan söylenip duruyorum elimde olmadan. Cevaplar da bir tuhaf... "Ne zaman çalışmadığımı gördün ki anne? Ne zaman ödev yapmadım ben? Dersi derste dinliyorum zaten.." Her konuda verecek bir cevabı da var artık bizim ergenin. Bir de sinirli ki sormayın. Evden yüksek gerilim hattı geçiyor adeta.

Anlayacağınız bizim evde lise biraz gergin geçecek gibi. Yan komşumun bebeğine yemek yedirirken nasıl zorlandığı ile ilgili anlattıklarını dinlerken elimde olmadan; "Çocukları değişelim mi?" dedim geçen gün. Sonra da utandım. İnsanlar beni yeni tanıyor "deli mi ne?", diyecekler... Oysa bebeklik halleri ne güzeldi kızımın. Evet yemek yemezdi O da ama, otur otur, kalk kalk. Herşey çok daha kolaydı. Özlüyorum o zamanları ne yalan söyliyeyim.

Allah sağlıklı ve bereketli bir ömür versin kızıma diyorum gene de. Daha yaşayıp göreceğimiz neler var acaba önümüzde?

Lise...
4 Eylül...
Yeni bir başlangıç...
Macera...
Heyecan...
Korku...
Adrenalin...
Stres................

Sevgiyle...

Not: Bir süredir Blogger uygulamasındaki bir sorun nedeniyle bloguma fotoğraf yükleyemiyorum. Yazılarımı bu sıkıcı ve renksiz haliyle de okuduğunuz için teşekkür ederim...!