29 Haziran 2015 Pazartesi

İZMİR'DEN TAM YAZLIK BİR TARİF:KABAK SIYIRMA

Havalar hala serin ve yağışlı. Haziran sonuna geldik ama daha yaz havasına giremedik. Gerçi herşeye rağmen pazarlardaki ve marketlerdeki sebze, meyve rafları çeşitlendi ve bollandı. Sebzelerin renkleri, hatta kokuları bile daha canlı artık. Hele domatesler, insanı baştan çıkaracak kadar muhteşem görünüp, kokmuyorlar mı?
Yaz aylarında yemek yapma keyfim daha fazla oluyor, çünkü yemek yaparken kokular ve renkler de beni çok etkiliyor. 
Bugün de çıtır çıtır yaz kabaklarını kullanarak zeytinyağlı çok hafif bir yemek yaptım. Tarifini en son İzmir'e gittiğimde bir arkadaşımdan aldım. Onun yaptığı Kabak Sıyırma inanılmaz hoşuma gitmişti. Ben de ilk denemeyi  bugün yaptım. O kadar lezzetli oldu ki, hemen paylaşmak istedim. Tam bir yaz lezzeti, Kabak Sıyırma!

Malzemeler:
7-8 adet kabak
1 adet soğan
3 diş sarmısak
1 avuç pirinç
Zeytinyağ
2 adet kesmeşeker
1 limonun suyu
Tuz
Üzerini süslemek için dereotu

Yapılışı:
Kabakları güzelce yıkadıktan sonra kabuklarını kabak soyacağı ile biraz alıyoruz. Her iki ucunu kestikten sonra sebze soyacağı ile çekirdek kısımlarına gelene kadar çevirerek dilim dilim sıyırıyoruz. Tüm kabaklar için aynı işlemi yapıyoruz. (Kalan çekirdekli kısımları daha sonra mücver yapmak için buzdolabına kaldırıyoruz) 


Kabakları bir kenarda bekletirken, soğanı yarım halka şeklinde doğruyoruz. Bir miktar zeytinyağ koyduğumuz tencereye soğanı ekleyip, kavurmaya başlıyoruz. Ardından soğanın rengi dönmeden 4-5 parçaya böldüğümüz sarmısaklarımızı da ekleyip, pişirmeye devam ediyoruz. Sonrasında kabakları, yıkayıp süzdüğümüz pirinçleri, bir limonun suyunu, kesme şekerleri ve tuzu ekleyip, tencerenin kapağını kapatıp orta ateşte pişmeye bırakıyoruz. Kabaklar kendi suyunu salacağından ilk etapta ayrıca su eklemiyoruz, ama arada kontrol ederseniz iyi olur, susuz kalırsa yarım çay bardağı kadar su ilave edilebilir. Pirinçler iyice yumuşayana kadar pişiriyoruz. Sonra altını kapatıp tencerenin içinde ılınmaya bırakıyoruz. Yemeğimiz iyice ılındığında, üzerine ince doğradığımız dereotunu ilave ediyoruz.


Harika bir yaz yemeği oluyor. Hem lezzetli, hem de çok hafif ve sağlıklı. Umarım dener ve beğenirsiniz.

Sevgiyle...

23 Haziran 2015 Salı

ÇOK BASİT VE ÇOK LEZİZ... MENEMEN

Bir türlü gelemeyen yaza inat, biz ilk tatilimizi yapmak için Ayvalık'a kaçtık. Bir haftalık bir kaçamak için mayoları ve yazlıkları bavula doldurduk, Zeytin'i arabaya koyup ailecek kızıma karne hediyesi olarak Yazlığa geldik. Geldik gelmesine de, hava bir tuhaf. Haftasonu pırıl pırıl ve çok sıcak olsa da pazartesi akşamı itbariyle serinleyen ve bulutlanan hava, şiddetlenen rüzgar ile her an yağabilirim mesajları verirken, denize girmek de yürek istiyor.
Gene de Ayvalık'ın tertemiz havası ve sakinliği ile güzelce dinlenip bolca da gıda alıyoruz. Ramazan sakinliği Cunda'da ve Ayvalık'ta hissediliyor. Trafik çok rahat. Yoğun yaz günlerini ve Bayram zamanlarını bildiğimiz için, son yıllarda bizi Ayvalık'tan kaçırtan kalabalık henüz buraya dolmamış.


Bu tatilde Zeytin'in çılgınlıkları bizi çok eğlendiriyor. Buradaki evin bahçesi çok büyük ve üç setten oluşuyor. En alt sette meyve ağaçları ve minik bir bostanımız var. Zeytin sabah uyanınca normalde hemen kuru mamasını yerken, şimdi mama yemeği reddediyor, çünkü ilk iş alt bahçeye koşup, ağaçlardan meyve ve bostandan olmamış domatesleri yemeyi adet edindi. Sonra çılgınca orta bahçedeki 7-8 tane kaplumbağaya sardırıyor. Onlara havlayıp huzurlarını kaçırana kadar uğraşıyor. Hayvancıkların marullarını afiyetle yiyor. Çam ağaçlarından düşen kozalakları kemirip top gibi oynuyor. Sonunda da üst bahçeye gelip havuzdan suyunu içiyor. Doğal beslenme yapıyor anlayacağınız. Tabii ki, böyle bir beslenmeye alışık olmayan bünyesi anında tepki verdi.  Bağırsaklarını bozdu şaşkın. 

Ayvalık'a gelince İnsanın iştahı da açılıyor. Sabah kahvaltılarında, bütün kış sabırsızlıkla beklediğim mis kokulu ve etli Çanakkale domateslerini dilimleyip üzerine Ayvalık'ın tadına doyulmaz zeytinyağından gezdirip biraz da nane, kekik, tuz, kırmızıbiberle çeşnilendirince, inanın başka birşey olmasa da ben memnun kalırım.  Yanında biraz da Ayvalık tulumu, çilek reçeli filan da olursa değmeyin keyfime.

Ben azla yetinsem de ev ahalisi kahvaltıda mutlaka bir destek ister. Kim gün sucuk, kimi gün sosis, kimi gün yumurta ama tatildeki kahvaltı sofralarında en özlenen menemendir. Ben de güzel yaparım, üzerinize afiyet. Menemen deyip geçmeyin, güzel menemen için birkaç ipucu verebilirim size.

Üç kişi için ben irice bir soğanı yemeklik doğruyorum. Sonra iki üç adet sivri biberi çekirdeklerini temizleyip, ortadan ikiye ayırıp yarım halka şeklinde doğruyorum. İki iri Çanakkale domatesinin de kabuklarını soyup minik küp küp  kesiyorum. Sonra geniş bir tavaya iki üç kaşık zeytinyağ ve biraz tereyağ ekleyip tavayı ısıtıyorum. Önce soğanları ekleyip, bir süre yumuşasın diye pişirip renkleri dönmeden biberleri ekliyorum ve ikisini bir soğanların rengi hafif dönene kadar kavuruyorum. Daha sonra domatesleri ekleyip güzelce pişiriyorum. Bu aşamada biraz tuz ekliyorum. 
Ayrı bir kapta kişi sayısı kadar yumurtayı kırıp, iyice çırpıyorum. Pişen harcıma yumurtaları ekleyip ocağın başından hiç ayrılmadan kısık ateşte çevirerek pişiriyorum. Biz menemeni biraz sulu severiz, o nedenle yumurtaların fazla katılaşmasına izin vermeden hep karıştırıyorum. Tuz karabiberi de sonunda ekliyorum. Yumurtalar piştiğinde altını kapatıp, üzerine cheddar peyniri dilimleri ekliyorum ve servis etmeden önce biraz erimelerini bekliyorum. Mis gibi ekmek ve çay ile servis ediyorum.


             
       

Sadece kahvaltı için değil, Ramazan boyunca  sahur sofralarında da ideal bir tercih olabilir. Hem hafif, hem de çok doyurucu. 


Sevgiyle...

18 Haziran 2015 Perşembe

AYARLARIMLA OYNANDI

Bizim ülkemiz kadar dinamik, bizim milletimiz kadar şaşırtıcı bir millet daha var mıdır bilmiyorum. 3 yıl Almanya'da yaşadım hiç böyle hissetmedim.

Resmen ayarlarımla oynanıyormuş gibi hissediyorum. 1 ay kadar önce check-up için Amerikan Hastanesi'ne gittiğimde, sonuçları değerlendiren doktora sürekli isteksiz ve halsiz hissediyorum kendimi dedim. Gerçekten o ara içimden hiç bir şey yapmak gelmiyor, kolumu bile kaldıracak gücü kendimde bulamıyordum.
Doktor hafif bir tebessümle, "Haklısınız" dedi, "son günlerde gelen hastalarımızın tamamında aynı şikayetler var." Gündem malum, seçim atmosferi... Endişeler, karmaşa, ekranlardan yansıyan yüksek tondaki hakaretler, sokaklarda asılı pis, parti bayrağı kirliliği, bir de üzerine bahar alerjileri... Duyarlı insanların tamamı geleceği için, evlatları için endişelenince, toplu bir depresyon havası yaşanmış memlekette. Hatta son günlerde insanların psikolojik zayıflıkları bağışıklık sistemlerini çökertince gribal enfeksiyon, zatürre, zona vakaalarında artışlar yaşanmış. Çok şükür, bende o derece bir hasar olmadı. Ancak, yazı yazamadım. Elim tuşlara basmadı. Zihnimi toparlamam mümkün olmadı. Zaten bir konuda yazmaya niyetlendiğimde, daha ben yazıyı tamamlayamadan ülkenin gündemi değişti, yazmayı düşündüğüm konu demode oldu...

Şimdi seçimler geçti, halen bir belirsizlik ortamı devam etmekte. Politika çalkantılı, ülkenin dinamikleri sallantıda, ekonomi deseniz dalgalı deniz... Yani hala durulamadık, sakinleşemedik. Maalesef ben de duyarsız kalamıyorum, bazı dostlar gibi hiç TV ya da haber programı seyretmemeyi başaramıyorum. Tahammül edemediğim bir kişi dışında konuşulanları, gündemi merak ediyorum ve takip ediyorum. Ve endişeyle, birilerinin egolarından bir nebze de olsa kurtulup, geleceğimizin eskizlerini çizmelerini bekliyorum.

Neyse politika bizim işimiz değil.

Biz hayatla ilgili olmaya devam etmeliyiz. Kadehlerimizi hayatla doldurmalı ve mümkünse keyfini çıkarmalıyız. O kadar kısa ki, bu dünyadaki varlığımız. Bugün varız, yarın bir bakmışsın ki... Yine karamsara bağlayıverdim.

Geçen haftadan kısacık bir not paylaşayım sizinle.

Kimler tuvalete lavabo demeye başladı? Ve neden???
Tuvalet nerede diye sormak ne zaman ayıplanır ya da kaba bulunur oldu? Tuvalete gitmek, o alanda ifa ettiğin aktivitenin karşılığı değil mi? Sonrasında el yıkamak için lavabo kullanılmıyor mu? Yoksa artık tüm işler lavaboda mı hallediliyor? Iyyyykkk... Düşününce bile içim fena oldu. Ama, kabul etmek lazım ki, güzel Türkçe'mizde hiç bir değişim bu kadar kolay kabul görmedi herhalde. Tuvalet yerine lavabo ifadesini kullanmak her kesimde yerleşiverdi. Tabelalar bile değişti. "Lavabo... Büyük 1tl, küçük 50 krş..." Türk dil kurumundaki tanımda bile yerleşmiş. Üstelik de kelime Fransızcadan girmiş dilimize. Nasıl kibarız, nasıl inceyiz...

Fr. lavabo
a. (l ince okunur) 1. Üzerinde su muslukları bulunan, porselen, emaye, sac vb.nden yapılmış, el, yüz, bulaşık yıkamaya yarar, çukur yer veya eşya: “Lavabonun aynasında yorgun bir suratla kendini anlamaya çalışan bu adama bakıyorum.” -A. Ümit. 2. Ayakyolu, hela, yüznumara, tuvalet. 3. mec. Lokanta, gar vb. yerlerde bu düzenin bulunduğu yer.
 
Geçen gün Sapanca civarında gittiğimiz, Otobüs, kamyon ve yolcu konaklama tesisinde de tabela değişmişti. Altta yazan küçücük WC ifadesi işi biraz kurtarmış neyse ki... Yoksa maazallah, insan nereye ne yapacağını şaşırıverir. ;-) Tabeladaki ifadenin zarifliğini destekleyen orta cenahtaki iri, yapma çiçekler ise, mekana ayrı bir renk ve naiflik getirmiş. Kullanılan ışıklı harfler mekana bir önem ve değer katmış. Bu önem ve değer görsellerle desteklenmiş! Artık anlayana...
 
 
Herkesin günü, haftası, yazı çook güzel geçsin... Biz haftaya kısacık bir kaçamak yapacağız.
Demode kalmadan yazmak ve buluşmak en büyük arzum.
 
Sevgiyle....