30 Nisan 2015 Perşembe

BİTSİN ARTIK BU KIŞ HALLERİ...

Tam hava ısındı; çorapları çıkaralım, montları yıkayıp kaldıralım, yazlık kışlık yapalım diye niyetlenmişken, dün akşam yağan sağanak yağmur sonrası, bu sabah hafif serin ve bulutlu bir havaya uyanmak bütün keyfimi kaçırdı. İstanbul'un havası böyle, hiç güven olmuyor. Yağmur serinliği de beraberinde getirdi gene. İnşallah uzun süreli olmaz. Bu kış o kadar sert ve uzun sürdü ki; herkes bıktı. Yazın yapış yapış ve kavurucu sıcaklarını bile dört gözle bekler olduk.

Böyle gri bulutlarla kaplı, sevimsiz bir havada trafikle boğuşarak işe gelirken ve her zamanki gibi yolda radyodaki haber programlarından gündemi takip etmeye çalışırken, sms ve e-mail abonelikleri ile ilgili işlem yapmak için yarının son gün olduğunu dinledim. İşe gelir gelmez de, önce mail adreslerimi tarayarak ne kadar saçma sapan ve istemediğim mail bildirimleri varsa, hepsine çıkış mailleri attım. Bazısı kolaylıkla mail iptal işlemini yaparken, bazısı yok ankete cevap ver, yok neden çıkıyorsun ama çıkma bak şu avantajların var gibi uyarılarla işi yokuşa sürse de direndim. Pek çok istemediğim bildirim üyeliğini iptal ettim. Gerçi bu üyelikler de nereden, nasıl olmuş onu da anlamadım ama... Umuyorum ki, artık her sabah işe geldiğimde ilk iş olarak, mail adreslerime gelen ne olduğu belirsiz ve beni hiç de ilgilendirmeyen saçma sapan mailleri silmek için vakit harcamam gerekmeyecek.

Sonra aynı işi telefonumda yaptım. Bir çok manasız sms bildirimi yollayan firmaya iptal smsleri atıp telefonumu da biraz rahatlattım. Bu sms ve mailler sürekli geliyor ve ben genellikle hiç okumadan ne olduğuna bile bakmadan siliyorum zaten. Olay sadece zaman ve bellek kaybına dönüşüyor. Şimdiki telefonlar da akıllı filan ama fazla yoğunlukta beyin enfaktüsü geçirip işe yaramaz hale geliyorlar.

Böylece bu sabah işlere koyulmadan önce ciddi bir temizlik işlemi yaparak biraz rahatladım.

Sonra diyorum ya İstanbul'un havasına güven olmuyor diye, öğlene doğru o kasvetli gri bulutlar dağıldı ve harika bir güneş parlamaya başladı. Tam ısınamasak da, en azından içimizi sıkan o boğucu görüntüden kurtulduk. Bugün Nisan'ın son günü, bu yıl havalar ısınmak bilmedi. Bu kadar sert geçen bir kışın arkasından gelecek yazdan da korkmuyor değilim aslında. Umarım aşırı sıcaklar olmaz.

Kızım seneye 11. sınıf olacağı için artık bu yazdan itibaren öyle çok uzun yaz tatilleri bitmeli diye düşünüyorum. Artık sadece okul değil, üniversite hazırlığa da odaklanmak zorunda. İtinayla çorba edilen bir sistemin içinde, haksız pek çok uygulama ile mücadele edip iyi bir üniversiteye ve istediği bölüme girmek için ciddi bir savaş hazırlığı yapması gerekecek... Önümüzde çok zor geçeceği şimdiden belli olan iki senemiz var!
Üstelik de sadece kızımın fedakarlık yapmasıyla olacak bir iş değil, aile olarak fedakarlık yapmamız gerekecek. Gene de hakkında hayırlısı demek lazım, bakalım zaman daha neler gösterecek...

Aaaa, ben yazıyı yazarken hava gene karardı, bulutlandı... Offff, bu ne ya! İçim şişti yani. Yazacak halim de kalmadı. Haydi ben kaçtım...

Sevgiyle...




20 Nisan 2015 Pazartesi

YAŞLANMAK, YAŞ ALMAK, ...

İnsan kırkını devirip, ellilere yaklaştıkça garip bir psikolojiye giriyor. Hala gencim güzelim havaları, yanında iç sızlatan bir yaşlanma korkusu, sağlık endişeleri...

Son yıllarda, doğum günüme 3-5 gün kala hissettiğim huzursuzluk da bundan galiba. Alınan kilolarla barışma çabaları, davranışlarımda fark ettiğin - anneme gittikçe daha fazla benzeme durumuna alışmaya çalışmak, boyumu aşan bir çocuğumun olmasının getirdiği gurur, yüzdeki kırışıklıkların karakterini geliştirdiği yalanına inanma isteği, eşime, çevreme, kendime "hala güzelim yahu!" tripleri atmak...Kısacası; karman çorman duygular...

Çocukluğumda annemin 45 yaş üzeri arkadaşlarını hatırlıyorum da, hepsi bayağı "teyze"ydi benim gözümde. Annemin günleri olurdu, ben de bazen okul çıkışı direkt onun olduğu eve giderdim. Ev sahibinin becerisi olan pastalardan, böreklerden yer, muhabbetlerini dinler, bazen de ödev yapardım. O teyzelerin çoğu, tombul olurdu. Nasıl olmasınlar ki, spor yok, bakım yok, pasta börekle beslenip, habire sigara tüttürürlerdi. O zamanlar, böyle sigara sağlığınıza zararlıdır durumları da yok. Ev olur duman altı. Orada çocuk varmış, hamile varmış...kimsenin umuru olmazdı valla. Neyse ki, şimdi durum farklı. Sigaranın insanı yaşlandırdığı da biliniyor artık. Dudak çevresi buruşmalarının müsebbibi sigaradır, benden hatırlatması!

Yaş konusu hassas mevzu. Hele ki, etrafta çıtır çerez, fıstık gibi kızlar dolaşırken. Elde olmadan, habire kendini kontrol halinde oluyor insan. Hep iyi görünmeye çalışıyor. Eşime göre; kadınlar eşleri için değil, arkadaşları için kendilerine özen gösteriyormuş. Tüm süs, püs, giyim, kuşam, botoks, estetikler kız arkadaşlara iyi görünmek içinmiş... Belki de haklı. Kendime bakıyorum da, işe giderken her sabah giyinip hazırlanıp, makyajlar yapıp öyle çıkıyorum evden; sonra iş dönüşü, eve adım atar atmaz, soyunup dökünüp, makyajı silip, en rahat eşofmanlarımı giyip, eşimi öyle karşılıyorum. Oysa annemi hatırlıyorum, bir günden bir güne rahmetli babamı rujunu sürmeden karşılamamıştır. O kadar özenirdi kocasına!

Aslında en büyük sorun ne biliyor musunuz? Ruh ve beden eşit olarak yaşlanmıyor. Dengesizlik orada! Ruh, 18-20'lerde takılıp kalıyor. Oysa beden alıp başını gidiyor. Zamanı durduramayacağımız için ruhumuzun gençliği ile bedenimiz birbiriyle uyuşamıyor. Hatta; bazen TV'de seyrettiğim programlarda, yaşlı diye baktığım bazı kadınların yaşını söylediklerinde "yuh, benden küçükmüş bu" diye yaşadığım şok, acaba ben kendimi farkında değil miyim diye düşünmeme neden oluyor. Çevremdeki arkadaşlarımla konuştuğumda, hepsi benim gibi hissettiğine göre, demek ki gerçekten yaşımızı ya da nasıl göründüğümüzü farkında değiliz diyorum. Rahmetli babaannem dünya güzeli bir yaşlı hanımdı. Ben genç kızken, sürekli, o kıyafetini bana versene, o bluzdan bana da alsana falan derdi. Bende yazık, bunadı babaannecim diye düşünürdüm. Değilmiş, aslında içinden gerçekten de belki benim gibi görünmek, benim gibi hissetmek istermiş. İçindeki genç kızın sesiyle konuşurmuş. Canım, nur içinde yatsın...

 
Yaşlanmak ayrı, yaş almak ayrı... Yaşlanmak; ruhunuzdaki genç kızı kaybetmek demek. Yaş almak ise; olgunlaşmayı kabul etmek, ama hala ruhunda yaşayan o genç kızın gözleriyle dünyayı görebilmek, yaşadığın andan maksimum keyfi, tadı almaya çalışmak demek. Ben "YAŞ ALMAYI" tercih ediyorum. Evet büyüdüm, artık sorumluluklarımın çok farkındayım. Genç bir evladım var, onu iyi insan olarak yetiştirdiğime inanıyorum, bunun çabası içindeyim. Eşimin yanında, en büyük desteği olmaya çalışıyorum. Ama bunların yanı sıra; hala ottan böcekten keyif alıyorum. Yediğim yemeğin, içtiğim içkinin tadına varıyorum. Daha çok gezmek, gördüğümden, dinlediğimden daha çok keyif almak, dostlarımla daha çok görüşmek, dolu dolu sohbetler etmek istiyorum. Allah sağlık ve ömür verdiği sürece amacım ve yaşam mottom budur, böyle biline...





















İşte böyle dostlar... Yeni yaşımı kutlamak için arayan, mesaj atan, sevgisini hissettiren ve günümü güzel ve yaşamaya değer kılan tüm sevdiklerime binlerce teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız...

Sevgiyle...