3 Ocak 2013 Perşembe

DOĞRUSUNDAN ŞAŞMAMAK

Sapanca'daki evimiz, sürekli yaşanmadığı için bazen yoksunluk evi olabiliyor. Evde uzun süre dayanan ürünler dışında, son kullanma tarihleri geçer düşüncesiyle fazla stok yapmıyorum. Bu durum özellikle mutfakta bazen sorun yaratabiliyor. Aklımda kalan eksiklerin bir kısmını İstanbul'dan toparlayıp götürüyorum. Bir kısmını da oradaki Migros'tan gittiğimiz gün alıyorum. Gene de unutulan, eksik kalan birşeyler olabiliyor.

Bu yılbaşı da gene inanılmaz bir alışveriş yaparak eve yerleşmemize rağmen, Pazar günü arkadaşlarımızı çaya davet ettiğimde, gene de birşeyleri unutmuş olduğumuzu fark ettim.

Arkadaşlarımız için önce güzel bir peynir tabağı hazırladım. Üzerine mis gibi Ayvalık zeytinyağı gezdirilmiş ve biraz dağ kekiği serpilmiş Ayvalık zeytinlerimizi de sofraya ekledim.

Sık sık konuşulduğu için çayın yanına Anasonlu Peksimetimden yapmaya niyetlendim, ama... Dolapları karıştırınca fark ettim ki, karbonatım yok. E olabilir dedim, yerine yarım paket kabartma tozu koyayım. Ana malzemelerden biri olan anasonun olmadığını görünce de, yerine kekik koyayım. O da baharat, bu da; kekikli peksimet değişik bir yorum olur diye düşündüm ve öyle yaptım. Hemen o anda pişirince, ılık ılık fena gelmedi tadı. Sohbet ve çay eşliğinde güzel gitti. Ama en büyük özelliği dayanıklılığı olan  peksimetim ertesi sabah bir felaket olmuştu. Fazla yağlı, tatsız, lezzetsiz...

Bazı lezzetlerle oynamamak, değişik maceralar denememek lazım. Tariflerin orijinal hali yıllarca denenmiş ve garantili lezzetler oluyor çoğunlukla.

Aslında hayatın tümünde bu gerçekle yüzyüze geldiğim anlar oluyor. Yıllardır denenmiş ve doğruluğu ile ilgili problem olmayan konular farklı uygulandığında alınan sonuçlar olumlu olmayabiliyor.

Bu konuda bir düşüncemi de vesileyle paylaşayım.

Üç kardesin en küçüğü ve bayağı da bir tekne kazıntısı olarak, ailem tarafından büyük bir hoşgörüyle büyütüldüm. Annem ve babam son derece modern fikirli ve açık görüşlü insanlardı. Ancak buna rağmen, evimizde mutlak bir disiplin ve kurallar zinciri hakimdi. Annem anne, babamsa babaydı ve asla benim arkadaşım rolüne bürünmediler. Arkadaş ilişkilerimi kendimin düzenlememe karışmadılar. Annem her konuda konuşabileceğim, açık olabileceğim ve fikir alabileceğim bir konumdaydı. Babam ise biraz daha çekindiğim ve bazen arada iletişimi annemin kurduğu bir yapıdaydı. Beni asla ezmediler, doğrularımı takdir edip, yanlışlarım konusunda uyarma yoluna gittiler. Ama her zaman bildim ki, evimizin mutlak hakimi anne ve babamdı, asla biz çocuklar olmadık. Fikirlerimiz hep soruldu ve değerlendirildi ama son kararı evde büyükler verdi.

Açık olmam gerekirse ben de bu yetiştirme tarzından hiç olumsuz etkilenmedim. Tam tersine okul ve iş hayatımda çok faydasını gördüm. Arkadaş ilişkilerimde genellikle doğru kararlarla hareket edebildim. Kararlarımdan hep emin oldum.  Tabii ki kendi çocuğumu da bu şekilde büyütmeye (eşimin de desteğiyle)  karar verdim. Oysa bizim jenerasyonumuzda bu pek de geçerli olmayan bir tarzdı. Çevremiz çocuğun hakim olduğu evler ve ailelerle dolu. Çocuk aileyi yönetiyor ve aileler de buna izin veriyor. Gidilecek tatili, yapılacak haftasonu programını, evde pişecek yemeği ya da izlenecek programı çocuk belirliyor. Hatta görüşülecek aileleri bile çocuğa göre seçiyor böyle aileler. Böyle bir ortamda büyüyen çocuk, malesef hayatın gerçeği budur diye düşünüp, her an her yerde bu şekilde davranabileceğini zannedip, hiçbir ortamda disipline gelemeyip, sürekli yönetme halinde olmak istiyor. Dolayısıyla böyle yetiştirilmiş çocuklardaki güç ve ego bir zaman sonra birbiriyle çarpışmaya başlıyor. Gerçekten çocuk için de başetmesi zor bir durum.

Ben tabii ki, bu konunun uzmanı değilim, eğitimim bu yönde değil ama; ailenin çocuğu hayata hazırlaması gerektiğine inanıyorum. Hayat da malesef ego patlamalarına çok müsait değil. Hayat her türlü disiplin, ego savaşı ya da zorlukta ayakta kalmayı ve durumla başedebilmeyi gerektiriyor. Savaşçı bir ruh; disiplini aile çatısında yaşamak ve kendi başına doğru kararlar alabilir hale gelene kadar burada doğru yönlendirmelerle ve güçlenmekle mümkün. Sürekli pohpohlanan, sürekli lider konumuna getirilen ve asla tartışılmayan bir çocuk bence hayatta zorlanmaya aday!

Şu anda bir peksimet tarifinden, düşüncelerimin bu boyuta gelmesi karşısında şaşkın olsam da, demek ki bu konuda söyleyeceklerim varmış deyip konuyu bağlayayım bari.

Hepimiz çocuklarımızı çok seviyoruz, amacımız onlara sonsuz mutluluğu vermek, ama bir bu kadar önemli bir diğer konu da; hayattaki her türlü zorluğa onları hazırlayabilmek.

Hayat toz pembe bir pamuk şeker değil malesef ve bizler de sonsuza kadar yaşayıp çocuklarımızı kozalar içinde saklayamayacağız...!

Sevgiyle.....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder