23 Ekim 2013 Çarşamba

BİR GARİP AKIL KAYIPLARI...

Gün geçmiyor ki, okuduğumuz maillerde, mesajlarda, dinlediğimiz haberlerde, gazetelerde, sosyal medya ortamlarında gördüklerimizde bizi şaşırtacak, dumur edecek haberlerle karşılaşmayalım.

Yurdum insanı sabun kıvamına gelen (getirilen) beyinleriyle, her geçen gün tuhaflıklarına tuhaflık katıyor. Hala biraz şuur sahibi olan bazı insanlar da bu duruma hayretler edip, şaşıp kalıyor. Gözler gördüklerinin karşısında pörtlüyor, ağız farkında  olmadan açık kalıyor, sinirsel gülme durumları yaşanabiliyor. Şuur sahibiyim derken, kafa sıyırmaya doğru adım adım yaklaşılabiliyor.

İki üç gündür gündeme düşen annenin (dilim anne demeye varmasa da!) haberini mutlaka gördünüz. 2 aylık bir bebekten bahsediliyor. Kadın bebeğini evde bırakıp 2 günlüğüne ailesinin yanına gitmiş, sonra dönememiş. Tam 9 gün! - ailesi izin vermemiş. Bebek de ölüvermiş. Bak Allah'ın işine. Yahu kadın(!), o çocuğu yapmayı bildin, bir şekilde gizleyip dokuz ay karnında taşıdın, e bir de doğurdun da, aç, susuz kalırsa ölebileceğini mi akıl edemedin. Allah senin belanı versin! Bir de öğretmenmiş. Bildiğin ilkokul öğretmeni. Çocuklara ders veriyor. Bu manyağın ders verdiği çocuktan akıl bekle. Geleceğini filan onlara emanet et!? Bu nasıl bir sistem ki, öğretmeninin akıl sağlığını değerlendirmekten aciz. Bir KPS sınavı yeterli midir, insanları öğretmen olarak atamaya? Bu insanların formasyonlarının yeterliliği, akıl sağlıkları, duygu durumları hiç mi değerlendirilmez. Ama tabii şu anda tüm müfettişler meşgul. Kimi Koç grubu kuruluşlarında, kimi TRT'de, kimi üniversitelerde cadı avında...
Bu komplo teorisi değil komple teori:)))

Bugünlerde tungstende sorun var galiba... Toptan patlamış bunlar:)))

Yakında "Türkler Orta Asya'dan değil aslında Güney Fransa sahillerinden gelmişlerdir" diye de denilebilir. Şaşırmayalım:))

Bu arada, Milli Bayramları, Atatürk'ü sıradanlaştırma çabaları var. Yapılan kutlamalara gitmeyerek, sıradan duygusuz mesajlar yayınlayarak... Vefa duygumuz kaybolmuş, geçmişimizle hep kavgalıyız. Biraz önce facebook'ta gördüğüm bir mesaj zaten beni bu yazıyı yazmaya kalkıştırdı. Atatürk'le ilgili iki fotoğraf yayınlanmış. Biri asker günlerinden, cephede sakallı gençlik hali. Diğeri Cumhuriyet sonrası dönemden, hafif yaşlanmış, traşlı ve gülen bir fotoğraf. Diyor ki altında, Atatürk aslında gençken cephede ölmüş o zaman yani Mustafa Kemal'ken Müslüman ve dini bütünmüş-fazla gülmezmiş. Diğerinde aslında Yahudi iş adamı bilmem kimmiş, Atatürk diye onu kaktırmışlar. Gülmesi de bundanmış... Hey Allah'ım! Ya SABIR.....

Gene bir kaç gündür medyada aşırı doping kullandığı için hayatını kaybeden bir milli sporcumuzun haberi var. Ailesi kahır içinde. İyi de, bu adamcağız o kasları şişirip dururken aldığı ilaçları hiç mi görmediniz? Ne bu ilaçlar diye sormak hiç mi aklınıza gelmedi? Tüm vücut geliştiricilerinin bu tarz ilaçlar aldığı zaten bilinmiyor mu? Yani ben bu işten hiç anlamam ama o kasların çok kolay gelişmediğini ve mutlaka bu tarz ilaçlar alındığını bilirim. Ha, doz ayarında aşırıya kaçılmışsa, o da bu sporcunun ve antrenörü her kimse onun sorumluluğundadır. Yani devlet bir de her sporcunun başına bir müfettiş dikerse, işte o zaman vay halimize...

Bu arada gene garip akıl tutulmaları yaşayan yöneticiler, belediye başkanları var ülkemizde. Yol yapımı, cami yapımı için ağaç kesen. Bunun ciddi ciddi kavgasını veren. Benim çocukluğumda, bize ağacın kutsal olduğu öğretilmişti. Yerli malı haftaları yapılırdı, ağaçtan nasıl defter kitap yapıldığı, havayı nasıl temizlediği, bir ağaca zarar vermenin bir insanı öldürmekten beter olduğu öğretilirdi. Hani biz bu ülkeyi gelecek nesillere miras bırakacaktık? Ben farklı bir ülkede eğitim almadım ki.. Ben de bu ülkede okudum, burada yetiştim. Benim için bir ağaç bu kadar değerli ve kutsalken, başkası için nasıl bu kadar değersiz olabiliyor? Onlar başka türlü mü öğrendiler, yoksa öğretmenleri mi farklıydı? Belediye hizmeti tabii ki önemli, kimse aksini iddia edemez ama bunları yapmanın başka bir yolu olmalı mutlaka. Çevreye zarar vermeden, onlarca yıllık ağaçları sökmeden, dengeyi bozmadan, gençleri sokaklara dökmeden... bir yolu olmalı MUTLAKA!

Kış zorlu geçecek belli oldu. Havaların soğuk gitmesi bir yana, içimiz okuduğumuz garipliklerle soğuyacak. Ellerimiz, ayaklarımız buz kesecek... Gene de sakin kalmaya çalışmak lazım. Zaten bir kısımda ciddi akıl kayıpları yaşanırken üstelik... Şimdilik benden bu kadar.

Sevgiyle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder