4 Kasım 2013 Pazartesi

BENİM OKSİJENİMİN KOKUSU

Bir üretici ya da tüccar düşünün, elinde malı var ama satabilmesi için tanıtım yapması yasak. Satış noktaları kısıtlanmış. Malını satabileceği saatler bile kısıtlı... Üstelik sürekli olarak geriye akan bir ırmağa atlamış akıntının tersine yüzebilmek için, nefes almaya devam edebilmek için  çabalayıp duruyor. Tabii ki, sürekli batıyor, çıkıyor, nefes almakta zorlanıyor. Ama o arada; evine, ailesine, eline bakan, ekmek bekleyen insanlara, çalışanlarına da mahcup olmamaya, yıllarını verdiği adını, şanını, şerefini korumaya çalışıyor.

Bugün ülkemiz alkollü içki piyasasında yer alan tüm firmaların durumu budur. Üstelik bu firmaların arasında sadece üreticiler değil, çok büyük yatırımlar sonucu ihalelerle bu ülkeye giren yabancı firmalar, çeşitli kontratlarla yurtdışı firmalarla bağlantıları olan ithalatçılar ya da sadece bir kültürün içinde yer alma, ülkeye bir katma değer kazandırma derdinde olan küçük butik yatırımcılar, üreticiler de var.

Son 10 yılda, her geçen gün ağırlaşan koşullarla zorlaşan alkollü içki piyasası, bugün yaşadığı sancılı sürece aslında yavaş yavaş geldi. Belki diyebilirsiniz ki, ne diye bu 10 yılda bir önlem almadınız, başka ürünlere yönelmediniz, başka malların ticaretini yapmadınız?

Benim kendi firmam ya da ailem adına verebileceğim tek cevap şu olabilir sanırım: "Çünkü, biz başka bir iş yapmayı, başka bir mal satmayı bilmiyoruz!" Çocukluğumuzla beraber babalarımızın, atalarımızın iş yerlerinde solumaya başladığımız havadaki şarap kokusu beynimize adeta oksijen kokusu gibi kazındı. İlkokul yıllarında oksijen tanımı yapılırken "tadı, kokusu, rengi olmayan gaz" ifadesi bu nedenle bana anlamsız gelirdi. Benim oksijenimin bir kokusu vardı hep. Hafif buruk, hafif kekremsi, meyve çağrışımları veren güzel, lezzet vadeden bir koku...

İşte bu yüzden içimize işleyen bu kokunun peşinden gitmekten asla vaz geçemedik. Babadan, dededen öğrendiklerimizi daha da geliştirme derdine düştük sürekli. Tabii ki, bunu yaparken yatırım yaptık, büyüdük, büyürken zorlandık. Yeni ürünler, yeni teknolojiler, yeni ekipler; hep sancılı süreçler yaşandı. Türk şarapçılığı her şeye inat son on yılda büyük gelişme kaydetti. Türk şarapları dünya şaraplarına yakın seviyelere ulaştı. Dış piyasalarda tanınır hale geldi.  Bunun için herkes kendi ölçüsünde çaba harcadı. Ülkemizde bugün gelinen noktada ise, tanıtımın, tadımın neredeyse tamamen yasaklandığı ve üreticilerin malını tanıtamaz dolayısıyla da satış yapamaz hale geldiği bir durumda ise, artık dış piyasalar daha da vazgeçilmez bir hal aldı.

Bununla bağlantılı olarak,  her üretici kendine hedef pazarlar belirledi. Bu hedefler doğrultusunda çalışmalara başladı. Amaç, kendi ülkemizde kaybettiğimiz satış rakamlarını başka ülkelere satış yaparak kompanse etmek...

Bu hafta bu nedenle yokuz. Hong Kong'da bir şarap fuarına gidiyoruz.
Türk Şarapları olarak 10 firma beraber hareket ediyoruz. Amaç tek! Uzak doğuda sesimizi duyurmak, biz iyi şarap üretiyoruz demek. Tabii ki, hemen döner dönmez haldır haldır satış beklemiyoruz. Amaç, bir başlangıç yapabilmek. İlk defa gittiğimiz bu piyasayı bir nebze de olsa tanımaya çalışmak, oradaki oksijenin kokusunu anlamaya çalışmak. Bu arada fırsat bulursak, günlük yorgunluktan halimiz kalırsa azıcık da gezeriz belki. Fuar ve Hong Kong izlenimlerimi de dönüşte paylaşırım artık buradan...

Kendinize dikkat edin, bir kadeh şaraptan keyif almaktan kendinizi mahrum etmeyin. Sağlıkla kalın.

Sevgiyle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder