12 Kasım 2013 Salı

UZAKDOĞUNUN KAPILARINA DAYANDIK...

Geçen hafta Hong Kong'daydık. Türk şarapçılığı için hedef olarak tespit edilen Uzakdoğu pazarına bir ilk adım atmak adına gene 10 üretici olarak "Wines Of Turkey" şemsiyesi altında Hong Kong Wine & Sprits Fair'a katıldık. Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da İstanbul İhracatçı Birliklerinin desteği bizimleydi. Fuar 7-9 Kasım tarihlerinde gerçekleşti.

Bu genel bilgilendirmenin ardından biraz kendi gözlemlerimi ve yaşadıklarımı paylaşmak isterim. Bu fuar benim ilk Uzakdoğu iş tecrübem oldu. Gitmeden önce İİB tarafından gönderilen yaklaşık 10 sayfalık bir "Hong Kong'da nasıl davranmalısınız?" maili elimize geçtiğinde işin biraz farklı olacağını anlamıştım. O bilgilendirme metninde, Hong Kong'da nasıl selamlaşmamız, nasıl kartvizit vermemiz, nasıl pazarlık etmemiz gerektiğine kadar oldukça detaylı ve eğitici konular paylaşılmıştı. Gerçekten de daha havaalanına indiğiniz anda farkı fark edebiliyorsunuz.

Uçuş uzun, uçaklar ne kadar konforlu da olsa rahat etmek zor. Yaklaşık 3 film seyrinin ardından kısa kestirmeler, bolca bacak ve bel ağrısı ile uçaktan indik. Sabah erken saatte başlayan yolculuğumuz yaklaşık 12 saatlik uçuşun ardından sona erdi. Hızlıca otele giriş ve standın kontrolünün ardından kendimizi akşamüstünün geç bir saatinde sokağa attık. Çok uzun yıllar İngiltere idaresinde kalmış olan HK'da ciddi bir İngiliz etkisi hissediliyor. Öyle ki, sokak isimleri, park isimleri, trafiğin soldan akması hepsi birebir uygulanmış.
Küçük bir yerleşim yeri olmasına karşılık kalabalık olan nüfusu yerleşimi dikey kurarak çözmeye çalışmışlar. Gökdelenlerden gökyüzü pek görünmüyor. Hayat genellikle alışveriş merkezlerinde yaşanıyor. Türkiye'deki örneklerinden çok daha büyük ve çok daha fazla sayıda tüm şehre yayılmışlar. Nüfusun kalabalığı sokaklarda yürüyen, bir yerlere koşuşturan insanlardan anlaşılıyor. Bu arada bu insanlar kısa. Bayağı 1,50 gibi bir ortalamada, ve siz 1,60 gibi standart bir boydaysanız, kendinizi iri hissediyorsunuz. Ayrıca hemen hemen hiç şişman insan yok. Oldukça fazla nişasta tüketimleri olmasına rağmen...

Yemekler Türkiye'de ya da Avrupa ABD'de yediğiniz Çin mutfağından biraz farklı. Daha agresif tatlar, baharatlar kullanılıyor. Kokular oldukça ağır. Bizim alıştıklarımız biraz terbiye edilmiş haliymiş anlaşılan. Fuar bitiş saati çok geç olduğundan fazla sokak pazarlarına dalamadık. Ama, hep bahsedilen kolundan çekiştirip taklit ürün satmaya çalışanlarla en çarpıcı karşılaşmalarımızdan biri, en büyük apple mağazasının giriş kapısının önünde (!) üçte bir fiyata çakma i-Phone 5s satmaya çalışan satıcılarla oldu. İnsan gerçekten şaşırıyor. Koskoca i-Phone bunu neden engelleyemiyor diye...

İnsanlar tavır olarak genellikle çok kibar ve sizden de aynı kibarlığı bekliyor. Kartviziti iki elle uzatmak, sürekli başınızla hafifçe selam vermek... Tamam da kardeşim, devamlı uluorta geğirmelerini ben hiç kibar bulmadım. Bir de fazlasıyla sarımsak kokuyorlar. Telefonla konuşurken avaz avaz bağırıyorlar. Kuş gribinden acayip tırsıyorlar, ülkeye girişte uçağın kapısında elinde termometrelerle bekleyen görevliler hafif burnu kızarık olan herkesin kulağına dereceyi dayayıverdiler. Sokakta yürüyen 10 kişiden 5 tanesi ağız maskesi takıyor. Bunu bir kısmı kendini korumak, bir kısmı da çevreyi kendi mikrobundan korumak için yapıyormuş. Kadınlar acayip giyiniyor. Tütü etekler, topuklu ayakkabı içine giyilen şoset çoraplar, gündüz saati giyilen taşlı tuşlu gece kıyafetleri ve birbirinden çok farklı renk birleşimleriyle bence son derece rüküşler. Bu arada marka, marka, marka... Hayatımda bu kadar çok Chanel, LV, Hermes, Gucci'yi bir arada görmemiştim. Ama maalesef kombinasyonlar marka da olsa şıklıktan fazlasıyla uzaklar. Bu arada vergi olmamasına rağmen son derece pahalı ve alışveriş için manasız bir ülke.

Fuara gelecek olursak, çok büyük ve kalabalık katılım olan bir fuardı. Dünyada şarap üretimi yapan her ülkeden temsilciler vardı. Çünkü,  HK'da çılgın bir gece hayatı var ve şarap yükselen bir trend ve büyük bir pazar. Ancak orada da Fransız ve İtalyan şaraplarının liderliği var. Diğer tüm ülkeler; Avustralya, Güney Amerika, İspanya hepsi yolun çok başında. Biz ise Türk standı olarak bu fuarın en şaşırtıcı ülkesiydik sanırım. Bizim son derece şık ve gösterişli standımızı görenler şaşkınlık nidalarıyla yaklaştılar. İlk kez gördükleri Türk üzümlerini anlamaya çalıştılar, garip telaffuzlarla, Öküzgözü, Kalecik Karası demeye çalıştılar.
Bu arada İngilizce anlaşmak oldukça büyük bir maceraydı. Kelimelerin sonunu yuttukları için bazen cümlenin gidişatından sonuca varmaya çalıştık. Şarabı bilen oldukça fazla insan olmasına rağmen onların da odak noktaları Cabernet Sauvignon ve Merlot. Başka üzümlere çok uzaklar, hele ki bizim yerli üzümlerimiz onlara çok çok farklı geldi, sanki pek hoşlanmadılar. Bir kısımsa hiç şaraptan anlamıyor. Ama en komiği tadım için uzatılan şarap örneklerini içip içip, tükürmeden tadım yapan ve sonunda körkütük sarhoş olup yerlerde sızanlardı kuşkusuz... Avrupa'da da çok sarhoş görürsünüz fuarlarda ama yerde sızanına ilk kez rastladım:-) Çektiğim resimleri buradan paylaşamayacağım ama elimde çook komik resimler var.

Sonuç olarak ilginç bir deneyimdi. Son derece yorucu ve yoğundu. İyi ki gittik, bir adım attık. Türk Şarapları Uzakdoğu kapılarını zorlamaya başladı ama ne zaman feth ederiz işte orası biraz meçhul. Bundan sonrasını yaşayıp göreceğiz.

Sevgiyle...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder