18 Haziran 2015 Perşembe

AYARLARIMLA OYNANDI

Bizim ülkemiz kadar dinamik, bizim milletimiz kadar şaşırtıcı bir millet daha var mıdır bilmiyorum. 3 yıl Almanya'da yaşadım hiç böyle hissetmedim.

Resmen ayarlarımla oynanıyormuş gibi hissediyorum. 1 ay kadar önce check-up için Amerikan Hastanesi'ne gittiğimde, sonuçları değerlendiren doktora sürekli isteksiz ve halsiz hissediyorum kendimi dedim. Gerçekten o ara içimden hiç bir şey yapmak gelmiyor, kolumu bile kaldıracak gücü kendimde bulamıyordum.
Doktor hafif bir tebessümle, "Haklısınız" dedi, "son günlerde gelen hastalarımızın tamamında aynı şikayetler var." Gündem malum, seçim atmosferi... Endişeler, karmaşa, ekranlardan yansıyan yüksek tondaki hakaretler, sokaklarda asılı pis, parti bayrağı kirliliği, bir de üzerine bahar alerjileri... Duyarlı insanların tamamı geleceği için, evlatları için endişelenince, toplu bir depresyon havası yaşanmış memlekette. Hatta son günlerde insanların psikolojik zayıflıkları bağışıklık sistemlerini çökertince gribal enfeksiyon, zatürre, zona vakaalarında artışlar yaşanmış. Çok şükür, bende o derece bir hasar olmadı. Ancak, yazı yazamadım. Elim tuşlara basmadı. Zihnimi toparlamam mümkün olmadı. Zaten bir konuda yazmaya niyetlendiğimde, daha ben yazıyı tamamlayamadan ülkenin gündemi değişti, yazmayı düşündüğüm konu demode oldu...

Şimdi seçimler geçti, halen bir belirsizlik ortamı devam etmekte. Politika çalkantılı, ülkenin dinamikleri sallantıda, ekonomi deseniz dalgalı deniz... Yani hala durulamadık, sakinleşemedik. Maalesef ben de duyarsız kalamıyorum, bazı dostlar gibi hiç TV ya da haber programı seyretmemeyi başaramıyorum. Tahammül edemediğim bir kişi dışında konuşulanları, gündemi merak ediyorum ve takip ediyorum. Ve endişeyle, birilerinin egolarından bir nebze de olsa kurtulup, geleceğimizin eskizlerini çizmelerini bekliyorum.

Neyse politika bizim işimiz değil.

Biz hayatla ilgili olmaya devam etmeliyiz. Kadehlerimizi hayatla doldurmalı ve mümkünse keyfini çıkarmalıyız. O kadar kısa ki, bu dünyadaki varlığımız. Bugün varız, yarın bir bakmışsın ki... Yine karamsara bağlayıverdim.

Geçen haftadan kısacık bir not paylaşayım sizinle.

Kimler tuvalete lavabo demeye başladı? Ve neden???
Tuvalet nerede diye sormak ne zaman ayıplanır ya da kaba bulunur oldu? Tuvalete gitmek, o alanda ifa ettiğin aktivitenin karşılığı değil mi? Sonrasında el yıkamak için lavabo kullanılmıyor mu? Yoksa artık tüm işler lavaboda mı hallediliyor? Iyyyykkk... Düşününce bile içim fena oldu. Ama, kabul etmek lazım ki, güzel Türkçe'mizde hiç bir değişim bu kadar kolay kabul görmedi herhalde. Tuvalet yerine lavabo ifadesini kullanmak her kesimde yerleşiverdi. Tabelalar bile değişti. "Lavabo... Büyük 1tl, küçük 50 krş..." Türk dil kurumundaki tanımda bile yerleşmiş. Üstelik de kelime Fransızcadan girmiş dilimize. Nasıl kibarız, nasıl inceyiz...

Fr. lavabo
a. (l ince okunur) 1. Üzerinde su muslukları bulunan, porselen, emaye, sac vb.nden yapılmış, el, yüz, bulaşık yıkamaya yarar, çukur yer veya eşya: “Lavabonun aynasında yorgun bir suratla kendini anlamaya çalışan bu adama bakıyorum.” -A. Ümit. 2. Ayakyolu, hela, yüznumara, tuvalet. 3. mec. Lokanta, gar vb. yerlerde bu düzenin bulunduğu yer.
 
Geçen gün Sapanca civarında gittiğimiz, Otobüs, kamyon ve yolcu konaklama tesisinde de tabela değişmişti. Altta yazan küçücük WC ifadesi işi biraz kurtarmış neyse ki... Yoksa maazallah, insan nereye ne yapacağını şaşırıverir. ;-) Tabeladaki ifadenin zarifliğini destekleyen orta cenahtaki iri, yapma çiçekler ise, mekana ayrı bir renk ve naiflik getirmiş. Kullanılan ışıklı harfler mekana bir önem ve değer katmış. Bu önem ve değer görsellerle desteklenmiş! Artık anlayana...
 
 
Herkesin günü, haftası, yazı çook güzel geçsin... Biz haftaya kısacık bir kaçamak yapacağız.
Demode kalmadan yazmak ve buluşmak en büyük arzum.
 
Sevgiyle....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder