İstanbul'a ilk geldiğimizde ben 27 yaşındaymışım. Allahımmm nasıl geçti habersiz, o güzelim yıllarım!!! Gerçekten böyle söyleyivermek kolay, ama düşününce neler sığmış o yıllara...
İyi günler, sıkıntılı günler, annelik heyecanı, araya bir kaç yıllığına giren Almanya macerası, çocuk büyütme, iş yoğunlukları, okul maceraları, mutluluklar, hüzünler, seyahatler,... Saymakla bitecek gibi değil aslında.
İstanbul'lu oldum mu? Hala pek olamadım galiba. Hala aklımda hep İzmir, hep Ayvalık varken, pek olamıyor maalesef.
Çok sevdim gene de bu şehri. Özellikle koşuşturmasına, hızına bayılıyorum. İzmir'e iş ya da aile ziyareti için gittiğimde, oradaki hayatın hala ne kadar yavaş aktığını görmek, her seferinde beni şaşırtmaya devam ediyor mesela. Her konuda seçeneğin fazla olması çok hoşuma gidiyor. Yemeğe çıkacaksak, neresi diye her seferinde kararsız kalıyoruz. Sinemaya gitmek için, tiyatro izlemek için, hafta sonu programı yapmak için hep düşünüp karar vermeniz lazım. Yaptığınız ve memnun kaldığınız bir programı ikinci defa tekrarlamanız hiç de kolay değil. Çünkü, araya başka seçenekler, ya da programlar her zaman girebiliyor.
Zorlukları yok mu, ohooo o kadar çok ki. Trafiği örneğin, insanı yaşlandırabilir. Kalabalığı bunaltıp, çıldırtabilir. Mesafelerin uzaklığı sosyalleşmenizi engelleyebilir. Şöyle bir örnek vereyim, biz İstanbul'da yaşayan kolejli kızlar olarak sık sık toplanalım diye program yaparız, ama hiç bir sene iki kereden fazla buluşmayı beceremeyiz. Çünkü; bir türlü ne ortak bir gün, ne de ortak bir program saptanabilir. Herkes yoğun, herkes meşgul... O yüzden İstanbul'da yeni dostluklar kurmak bence pek kolay değildir. Yeni bir arkadaşlığı geliştirebilmek için, zaman ve emek gerekir ama, kimsede ne zaman ne de emek harcayacak hal pek yok maalesef. O nedenle, iyi arkadaşlara sıkı sıkı sahip çıkmak gerekir.
Hatırlar mısınız, bir süre önce domuzlar İstanbul'da şehre indi diye haberler yapılmıştı. Yapılaşma ve doğa katliamı İstanbul ormanlarında yaşayan zavallı hayvanları aç kalıp şehre inmeye zorlamıştı. Biz Çekmeköy'deyiz. Üçüncü köprü bağlantı yolları Çekmeköy ormanlarını çok etkiledi maalesef. Oturduğumuz site de ormanın kıyısında ve dün akşam site girişimizde neyle karşılaştık biliyor musunuz? Bir tilkiyle... Arabanın farları ile zavallı hayvan site giriş yolunun ortasında kitlendi kaldı. Ben hem fren yapıp, hem de o şaşkınlıkla kızıma, "Aaaa, bak fox, fox! " diye bağırmışım. Şehirde yol ortasında bir tilki görme fikri o kadar absürd gelmiş olsa gerek ki, tilki demeyi akıl edememişim. Bir süre o bize, biz ona korku ve şaşkınlıkla baktık, sonra hayvancağız açık araziye doğru kaçtı gitti. O kadar acıdık ki, mutlaka açtı, mutlaka yolunu şaşırmıştı!
İşte İstanbul böyle garip bir yer, boğazda sürüklenen domuz da, şehir ortasında yol kenarında tilki görmek de olası...
Gene de vazgeçemiyoruz şu İstanbul'dan...! Her gün pek çok şeye şaşırsak da seviyoruz galiba...
Sevgiyle...