12 Aralık 2018 Çarşamba

TEKNOLOJİ BİZİM NEYİMİZE

Yaşım artık 50'ye merdiven dayamış olsa da, iş hayatından uzaklaşmışken, hayattan kopmamaya, gündemi ve  gelişmeleri yakinen takip etmeye çalışıyorum.

Son 3-4 yıldır televizyonda haber izlemiyorum. Kendimce sebeplerim var. Bir dönem; o yıllarda tarafsız yayın yaptığına inandığım bir kanaldaki haber ve tartışma programlarını takip ederdim. Artık onu da yapmıyorum. E gazete deseniz zaten durum ortada. Durum böyle olunca sosyal medya ile içli dışlı oldum. Özellikle Twitter'ı yoğun olarak kullanıyorum. Kullanıyorum yanlış bir ifade olacak, takip ediyorum demeliyim yoksa ben çok sık yorum atan biri değilim. 
Twitter ı iki sebeple takip ediyorum; birincisi dünyada neler olup bittiğini yerli ve yabancı kaynaklardan öğrenmek, ikincisi ise hem kendi bakış açıma yakın hem de farklı bakış açılarındaki yorumları takip etmek. Tek taraflı bilgi akışı bizi bugünlere getirdi. Gerçekleşmesi mümkün olmayan hayallere kapıldık. Sonrasında yaşadığımız hayal kırıklıkları ise; telafisi mümkün olmayan kırgınlıklar yarattı. Daha fazla bu tuzağa düşmek istemiyorum.

İkinci sosyal medya tercihim instagram. Özellikle ilgi alanım olan yemek sayfalarının sıkı takipçisiyim. Dost paylaşımları, fotoğrafçılık,  doğa ve hayvanlar... gibi bana keyif veren görselleri izlemeyi seviyorum. Ben de kendi yemek sayfamda kendi tariflerimi paylaşmaktan, gelen beğeni ve yorumları okumaktan büyük keyif ve tatmin duyuyorum. (hala takip etmiyorsanız @egeli_mutfagim benim sayfam, bir göz atın derim)

Ancak yaşadığım ciddi sıkıntılar var.Teknoloji bağlamında...
Bizler yani yolu yarılamış kuşakların (bize x kuşağı deniyor) pek çoğu sanırım benimle aynı sorunları yaşıyordur. Öncelikle bizim için internet ve bilgisayar teknolojileri sonradan öğrenilmeye çalışılan yabancı dil gibi. Ne kadar çabalarsanız çabalayın, %100 hakim olmanız pek mümkün değil. Bizim için teknolojiye adapte olmak zor. Yani unutulmamalı ki; bizler walkman ile, Pacman ile büyümüş bir kuşağız.


Şimdinin y,z kuşakları ise en ileri teknoloji ile doğup büyüdükleri için onların ana dili olan bu kavramlar, bizim eksik ve tamamlanması zor yanlarımız. Bizim için mantık ön planda. Gerisini anlayabilmek, uyum sağlayabilmek bu hayatta karşılaşabileceğimiz en sorunlu kısım.
85 yaşındaki annemin TV ya da Müzik Seti ile ilgili hislerini artık daha iyi anlayabiliyorum.Hiç ellemek istemez, çünkü ellerim de bir ayarını filan bozarım diye çekinir. İşte bende de durum biraz öyle. Basit anlamda kullanımda sorun yok, ancak asla detaya giremiyorum, girmek istemiyorum.
Mesela intenet ortamında video editlemek, ya da bir bilgisayara kurulum yapmak... Almayım mersiii!
Sonuç olarak; sosyal medya ya da bilgisayar kullanımında bazı taraflarımız hep eksik ya da hatalı. Ama olsun, denemek ve vazgeçmemek bizi sistemin içinde var olmaya ve canlı tutmaya yarıyor sonuçta. Zaman zaman yaptığımız yanlışlar, düştüğümüz komik durumlar ise olayın gereği artık. 
Geçen gün kurmaya çalıştığım yeni bilgisayar ile ilgili sorularımla bilgisayar programcısı genç arkadaşın yüzüne yerleştirmeyi başardığım gülümsemeden anladığım; sanırım ona ve arkadaşlarına birkaç gün yetecek eğlence unsurunu yaratmış olmam.
Olsun, ben de bu sıkıcı masa başı işini yapan gençlerin günlerine renk katmış, ortamlarına sohbet konusu yaratmış oldum böylece...

Sevgiyle...


10 Aralık 2018 Pazartesi

UZUN BİR ARADAN SONRA...

Sanırım son postumdan bu yana iki yılı aşkın bir zaman geçmiş. Hayatımda çok fazla değişikliğin olduğu koca koca yıllar...
Son yazdığım yazıda evdeki 17 yaşındaki ergenden şikayet eden, çalışan bir anneymişim.
Şu anda ise o şikayet ettiğim ergenin hasretiyle kavrulan, emekli, hobi peşinde koşturan ve ikinci üniversite okuyan bir ev hanımıyım.............
Çok acayip değil mi?
Vallahi acayip.
Öncelikle kendimden bahsedeyim.
Amaan hayata bir daha mı geleceğim diye coşup, işten eli ayağı çekip, hobilerime zaman ayırmayı tercih ettim.
Pişman mıyım? (Bazen)
Geri dönmek ister miyim? (Asla)
Özlüyor muyum? (Şüphesiz)
Huzurlu muyum? (Hem de nasıl...)
Yani karman çorman duygular içinde olsam da; İstanbul gibi deli bir metropolde her sabah işe gitme zorunluluğu hissetmeden yataktan kalkmak bir mutluluk. İşimi özlemem yadsınamaz bir gerçek çünkü; daha bebecikken babamın yanında gittiğim imalathanede beyin hücrelerime işlenmiş şarap kokusundan uzak kalmak çok zor. Ama hayatın insanlara neler yaşatacağı, kimlerle karşılaşacağı, ne olaylarla karşılaşacağı asla tahmin edilemez, öngörülemez. Koşullar bazen tercihlerinizin önüne geçebiliyor. Mühim olan kabullenmek ve öncesiyle sonrasıyla hayatın getirdiklerine ya da getireceklerine sahip çıkmak.
Ben de öyle yapıyorum. Hayatıma şükrederek, önüme bakıyorum.
Kendimi keşfediyorum.
Beni mutlu eden, bana en çok keyif veren "yaratıcı" tarafımı anlamaya çalışıyorum.

Öncelikle daha önce bu sayfada paylaşmaya başladığım yemek tariflerim için instagram ve facebookta @egeli_mutfagim ismiyle bir sayfa açtım.
Öncelikli amacım, yurt dışında okuyan kızıma ileride faydalanabileceği, annesinin tariflerine ulaşabileceği bir tarif dizini bırakmaktı. Bu amaç halen devam etse de takipçi sayısı arttıkça beraberinde bir takım gereklilikler yarattı.
Öncelikle fotoğraf çekimleri için daha fazla özenmeye hatta bunun için kurslara gitmeye başladım. Bu yaştan sonra fotoğraf çekimi, ortam yaratma gibi bilgiler ediniyorum. Bir yemeğin fotoğrafı için onlarca kare çekip, arasından seçimler yapıyorum. Işığı anlamaya ve doğru kullanmaya çalışıyorum. Tariflerim genelde kendi annemden ya da Ayvalıklı kayınvalidemden öğrendiğim Egeli lezzetler. Bununla ilgili hayallerim var... Şimdi bahsetmeyeceğim; bakalım kısmet...

Kızım iki sene önce İngiltere'ye üniversite okumaya gitti. O artık bana pek fazla ihtiyaç duymayan bir birey. Bu durumu kabullenmek biraz zaman alsa da; artık anladım. Gene de günde bir kere mutlaka sesini duymak konusundan taviz vermiyorum. Bu da benim "annelik kaprisim" oluversin.

Kızımın gitmesi ile ikinci bir yaratım serüvenine başladım ve bir Seramik Kursuna başladım.

Çamura şekil vermek insanın tüm negatif enerjisini alan, rahatlatan ve sonunda da elinizde bitmiş ve tamamen kendi yarattığınız bir eserle sizi tatmin eden bir uğraş. Her hafta yeni bir şeyler öğrenmek, yeni teknikleri denemek ve harika insanlarla tanışmak da bonus olarak yanınıza kar kalıyor. Evim kendi ürettiğim, tasarladığım bir sürü seramik parça ile doldu. Öyle gurur duyuyorum ki her yaptığımdan hiç birini ortadan kaldıramıyorum. Ev sergi alanına döndü, toz almak bir artık mesele... :)

Daha anlatacaklarım, paylaşacaklarım var. Onlara da artık yarın devam edeyim.

Sevgiyle...

10 Ağustos 2016 Çarşamba

ERGENLİKTE 17 YAŞ DÖNEMİ

Başlığı görünce haddimi aşıp, bilimsel bir yaklaşımla konuya gireceğimi sanmayın.
Benim olayım sadece tecrübelerim üzerine yazdıklarımdır.

Gün be gün gözümün önünde büyüyen, serpilen17'lik kızımın bana yaşattıkları ve öğrendiklerimle zaman zaman ergenlik konularında ahkam kesmeye hak buluyorum kendimde.

Çevremde yaşı benden küçük olup, 10-11 yaşında çocukları olan arkadaşlarımın onlarla ilgili anlattıkları ergenlik hikayelerine hönkürerek gülesim geliyor bu aralar.
Zaten bizim toplumumuzda bütün çocuklar büyüme evresinde hiperaktif, hepsi erken ergenlikte,  süper zeka...
Yahu anlayın artık; çocuklar dört duvar arasında kapalı kalmaktan azıyor, düz duvara tırmanıyor, siz de onlara hiperaktif yaftasını yapıştırıyorsunuz. Çocuk oyun istiyor, arkadaş istiyor, açık havada koşturmak istiyor... tüm derdi bu yani.
Ya da evde kapalı kalıp, sabahtan akşama açık olan TV karşısında her türlü abuk sabuk dizilerden öğrendiği saçmalıkları kullanmaya başladığında erken ergenliğe girdi diye düşünüyorsunuz. Zaten beslenmeyle, aldıkları hormonlarla, erkenden gelişen cinsel dürtüleriyle çocuklar; çok erken yaşta birer minik kadın ya da erkek gibi davranıyorlar. Bunun ergenlikle filan alakası yok arkadaşım, bu sadece taklit... Dizilerdeki kahramanları taklit, tv programlarındaki insanları taklit... Siz de çanak tutmayın. Bırakın çocuk çocuk olarak kalsın, çocukluğunu yaşasın.

Neyse lafı fazla uzatmayayım, siz gelin ergenlik neymiş, 17-18 yaşlarında tartışalım bence...

İnsan başına gelmeden çok anlamıyor (kendi yaşadığı ergenlik dönemini de hatırlamıyor zaar); ergenlik bombası asıl bu yaşlarda patlıyormuş.

17-18 yaşına gelen genç, tam ne oldum budalası olup, büyüdüm, bağımsızım, ne istersem yaparım, bana karışmayınnnn uleynnn durumunu bu yaşta net olarak yaşarmış! Ben böyle bir elemanla aynı evde yaşıyorum da şu an, oradan biliyorum...
Kız çocuklarda anneyi beğenmeme, kendince hatta hatalı gördüğü bir durumu kırarım, üzerim filan demeden küt diye yüzüne vurma olayı da, hali hazırda pik yapmış durumda. Öyle eleştiriler yapıyor ki; sanırsın bu yaşına kadar başka biri baktı, emek verdi. Bir beğenmeme hali, bir aşağılama durumu.

Benim 17'lik bu yaz gittiği yurt dışı yaz okulundan cilalayıp parlattığı özgüveniyle döndü. Yani bir yandan çok hoşuma gidiyor oralarda hiç sorun yaşamadan, yalnız başına her şeyi becerebilmiş olması. Ama bir yandan da; keyfi yerinde ve eğleniyor ya bir aramama, bir sormama durumu. Ben bütün gün sesini duyamadım, özledim diye akşam aradığımda da sanki, bir şeyleri bölüyormuşum hissini yaşatma hali. Valla ben mi fazla hassasım yoksa gerçekten mi öyle bilemiyorum ama sanki hani tüm gün konuşmasak sorun yok gibi. Burada "aman canım mutlu olsun da, boş ver aramasın" diyen eşime selam ediyorum. Yok öyle şey valla, günde bir kere sesini duyurmalı ki, ben iyi olduğundan emin olayım...

ergen sorunları ile ilgili görsel sonucuBir de geçen yıldan başlayan ve artarak devam eden gizemli bir durumumuz var. Akıllı telefonlar çıktı mertlik zaten bozuldu ama, o telefonun ele yapışık olma ve asla bir yere ekranı yukarı bakarken bırakılmama hali sinirimi çok bozuyor. Ne olacak kardeşim ekrana düşen o aramış, bu mesaj yollamış yazısını görsek. Mesajı görmüyoruz nasılsa... Neyse bunu zorlamıyorum ve özel hayata saygı çerçevesinden bakıyorum ama unutulmamalı ki, yasaklar her zaman merak uyandırır! Yani nerak ediyorum, ne yazıyor ki o mesajlarda bu kadar gizli tutuluyor... Senin akıllı, mantıklı öğütlerine, tavsiyelerine bir an bile tahammülü olmayan kızın, elalemin saçmalıklarına sonuna kadar açık.

İşte böyle, bu ara evdeki ergen gene beni gerdi. Kızmadan, derin nefesler alarak iletişim kurmaya, cevap vermeye çalışıyorum her söylediğine. Bazen de zarifçe! eleştirilerini, söylenmelerini, sızlanmalarını duymamazlıktan geliyorum, ama anlayana tabii. İçine fazla tanımadığım ve yadırgadığım bir başka insan kaçmış olan ergenimi ürkütmeden anlamaya çalışıyorum ama inanın zor, çok zor...

Gene de kızımın hakkını yememeliyim, asla terbiyesizlik ya da isyankarlık boyutuna taşımıyor bu durumu. Bir de biliyorum, ne derse desin, ne yaparsa yapsın, aramızda çok çok güçlü bir sevgi bağı var ve hep olacak. Şu an birazcık yıpramış görünse de... Benim en büyük üzüntüm, bir sene sonra üniversite için evden gidecek ve bundan sonra beraber olacağımız zamanlar çok kısıtlı olacak.. Böyle saçmalıklarla bu az kalan zamandan çalıyoruz ve birbirimizi üzüyoruz. Ama yapacak bir şey yok, bu dönem yaşanacak. Ha acılı mı, acısız mı? işte asıl önemli olan bu. Umarım bu dönemi bir birimize kalıcı duygusal yaralar vermeden geçirebiliriz...

Sevgiyle...


3 Ağustos 2016 Çarşamba

ELMA AĞAÇLARI COŞTU

Elma mevsimi geldi. Ağaçlar bereketli, dallar elma dolu. 
E ne yapmak lazım? Sofralarda elmalı lezzetlere bol bol yer vermek lazım.
Bugünkü mutfak terapim de Cevizli, Elmalı Kek oldu.


CEVİZLİ ELMALI KEK

Malzemeler:
3 yumurta (oda ısısında)
1,5  bardak şeker
1 bardak süt
1/2 bardak sıvıyağ
2,5 bardak un
3 çay k. Tarçın
1 paket kabartma tozu
1 bardak irice dövülmüş ceviz
2 adet elma
2 çay k. Tarçın
2 yemek k. Toz şeker

Yapılışı:
Oda ısısında olan 3 adet yumurta ve şeker pütürsüz hale gelene kadar çırpılır. Karışımın içine sırasıyla sıvı malzemeler eklenir. Önce süt, sonra sıvıyağ ilave edilir. Ayrı bir kabın içine un, tarçın, kabartma tozu elenir.
Sıvı karışıma kaşık kaşık kuru malzeme eklenerek çırpmaya devam edilir. En son iri dövülmüş ceviz elle karıştırarak kek karışımına eklenir.
Kelepçeli kek kalıbı tereyağ ile yağlanır. Kek karışımı kalıba dökülür. 
Elmalar soyulup ince ince dilimlenir ve 2 kaşık toz şeker ile 2 çay kaşığı tarçın ile karıştırılır. 
Kek kalıbına dökülen karışımın üzerine ince dilimlenmiş elmalar yerleştirilir.
175 derecede önceden ısıtılmış fırında yaklaşık 40-45 dakika kadar pişirilir.




Afiyet olsun.

Sevgiyle...


2 Ağustos 2016 Salı

KİŞİSEL TERAPİ

Herkesin kendince bir kafa dağıtma yöntemi vardır. 
Doğu ve güneydoğuda şehit olan asker ve polislerin günlük haber bültenlerinde rakamlarla ifade edilmesini henüz hazmedememişken; şimdi de darbe kalkışması sonrası görevden el çektirilen ya da gözaltına alınıp, tutuklanan insanların matematiğini çözmeye çalışıyoruz. Bir ülkenin her kurumu, her birimi nasıl bu kadar pisliğe batar, insan inanmakta güçlük geçiyor. Bu günler bir şekilde atlatılır belki ama insanların olaylara bakış açıları kesin olarak değişti. Çevremdeki arkadaşlarımın mutsuzluğu ve geleceğe yönelik endişeleri artık söze dökülmeden gözlerinden anlaşılabiliyor. İnşallah, korkulan ve endişeyle beklenen yaşamsal kaos ortaya çıkmaz.

Bu arada, dikkatimi çeken bir konuyu mutlaka ifade etmeliyim ki; o da, bu dönemde tv kanallarının yayınlarına katılan emekli ya da el çektirilmiş askerlerin "kalitesi". Hepsi de çok iyi eğitimli, ifade yetenekleri gelişmiş, sakin, oturaklı ve inanılmaz saygın insanlar. Bu askerlerin iade-i itibarları mutlaka verilmeli, hatta şu anda yapılmaya çalışılan yapısal değişikliklerde bu insanlara mutlaka danışılmalı.

Neyse bu aralar o kadar fazla tartışma programı izledik ki, artık hepimiz gerektiğinden fazla bilgili ve bazen de hadsizce her olayda fikir beyan etme rahatlığındayız. 

Bu sıkıntılı süreç devam ederken, tv'de sürekli haber programı seyredip, şişip dayanamaz hale gelince kendimi mutfağa atıyorum. Yemek yapmak benim için en büyük terapi. Yaz günü fazla ağır yemekler de tercih edilmediğinden, hafif ve pratik yemekler yapmaya çalışıyorum.

Dün akşam patlıcanlı pilav yaptım. Bizim evde pilav mühim yemektir. Kötü pilav asla yenmez, o nedenle hep özenerek yaparım. Patlıcanlı pilav annemin yaz aylarında çok sık yaptığı bir yemektir. Ilık hatta soğuk yendiğinden sıcak havalarda severek yapar ve yeriz.

PATLICANLI PİLAV

Malzemeler:
1,5 bardak baldo pirinç
1 orta boy patlıcan
1 orta boy soğan
1 avuç çam fıstığı
Yarım demet taze nane
2 adet kesme şeker
Tuz karabiber
Zeytinyağ



Yapılışı:
Pirinç sıcak suya konulup, bekletilir.
Patlıcan alacalı soyulup, fındık büyüklüğünde kuşbaşı olarak kesilir. Zeytinyağda kızartlır. Mutfak havlusu konmuş bir tabakta bekletilir.
Soğan iyice küçük yemeklik doğranır. Tencereye 3 yemek kaşığı kadar zeytinyağ konur. Biraz ısınınca içine soğan eklenip, çevrilerek pişirilir. Çam fıstıkları tencereye eklenir, kızarana kadar yağda çevrilir. İçine iyice yıkanmış süzülmüş pirinçler ilave edilip saydamlaşana kadar kavrulur. Daha sonra içine 2,5-3 bardak kadar kaynar su konulur. Tuz, karabiber ve kesme şeker ilave edilir. Ateşin altı kısılıp, pilav pişirilir. Pilavın altı kapatılmadan önce ince ince doğranan taze nane tencereye eklenir. En son kızartılmış patlıcanlar tencereye ilave edilir ve demlemeye bırakılır.
Pilav ılınınca servis edilir. Ertesi güne bile nefasetini kaybetmez.

Ben kendimi gündemdeki sıkıntılardan bu şekilde, mutfakta oyalanarak kurtarıyorum. Şiddetle tavsiye ederim.

Sevgiyle...

25 Temmuz 2016 Pazartesi

ZOR ZAMANLAR İÇİN TATLI DOPİNGİ

Son on gündür milletçe inanılmaz günler yaşıyoruz. Yaşadığımız olaylar hepimizce malum, ama bu arada çevremdeki pekçok insanın psikolojisinin bozulduğunu görebiliyorum. Endişe, kuşku, gelecek korkusu ile  insanların ülkeyi bırakıp, gitmekten bahsettiğini duyar olduk. Oysa bırakıp gitmek demek, kolay yolu seçmek demek. Hem de gittiğiniz yer neresi olursa olsun, orada yaşamak için ne kadar imkanınız olursa olsun, gideceğiniz yerde her zaman yabancı olmayı göze almak demek... Bu tercih böyle alelacele, telaşla verilecek bir karar değil. Bu ülke, bu cumhuriyet bizim, sahip çıkmamız, Atatürk'ün emanetini elimizden geldiğince korumamız lazım.

Sinirlerimiz bu kadar gerilmişken, sakinleşmek için benim kendime uyguladığım en iyi ilaç, tabii ki mutfakta olmak. Sevdiklerime pişirmek, ikram etmek, beğenilerini duymak beni kendime getiriyor. Bu akşam iş dönüşü gene mutfaktaydım.
Bu akşam ziyarete gelecek arkadaşlarım için kolay bir Kup Tramisu yaptım. Bence hepimizin bu aralar şımarmaya ihtiyacımız var.


Kup Tramisu

Malzemeler:
5 bardak süt
1 bardak şeker
2 tepeleme kaşık un
1 yumurtanın sarısı
2 silme yemek kaşığı nişasta
100 gr. Labne peyniri
Kedi dili bisküvi
2 yemek kaşığı Nescafe
bardak ılık su
Üzeri için kakao

Yapılışı:
Bir tencereye süt, şeker ve un konulur. Sürekli karıştırarak pişirmeye başlanır. Ilınınca içine yumurta sarısı ve nişasta eklenir. Sürekli karıştırarak kaynatılır. Yaklaşık 1-2 dakika kaynatılır. Sonra içine 100 gr labne peyniri eklenir. Labne eklenince ateşten alınır ve mikserle hafif soğuyana kadar çırpılır.

Bir bardak ılık su içine nescafe eklenir ve karıştırılır. Kedi dili bisküviler 2ye 3 e bölünerek nescafe içinde çevrilir ve kup bardaklarının altına yerleştirilir. Üzerine ılınan muhallebi eklenir sonra bir kat daha kedi dili ve tekrar muhallebi konulur. Soğuması için bekletilir. En son üzerine kakao elenir. Afiyetle yenir. 

Dertler, tasalar belki unutulmaz ama en azından mutluluk hormonu endorfin salgılanmasına yardımcı olur diyerek bu ara rejimi filan boş verin. Zaten, balık hafızamızla yakında her şeyi unuturuz nasıl olsa... 

Sevgiyle...






29 Haziran 2016 Çarşamba

KALKIN ARTIK ŞU SURVİVORUN KARŞISINDAN...

Çocukluğumda ana haber seyretmek önemli bir ritüeldi benim ailemde. Mutlaka çoluk çocuk TV karşısına geçer, o gün ne olmuş, ne bitmiş takip ederdik. Bir de arkasından verilen devlet meteoroloji müdürlüğünün yayınladığı hava durumu bilgisi mutlaka izlenirdi (ki o zamanki teknolojiyle bilgiler yarım yamalak doğru çıkardı ama olsun...)

Şimdi her akşam ana haber bültenlerinin ilk haberi, o gün nerede, kaç şehit verilmiş. Yapılan cenaze törenleri, ağlayan analar, eşler, evlatlar... Kanıksamadık mı? Artık teröre verilen canları sadece rakamla ifade eder olmadık mı?
Bu acıları sadece yaşayan bilir... Gencecik evladını, dağ gibi kocasını, biricik babasını toprağa veren, o acıyı vücudunun her hücresinde hisseden bilir...

Bizler için ise, akşam haberlerde duyduğumuz, ülkemizin doğusunda yaşanan, uzak bir yerlerden gelen, üzücü haberler sadece. Hayat hep devam etti bizim için. Sosyal medyada fotoğraf paylaşmaya, kedi videosu izlemeye devam ettik. Uyuşan beyinlerimizle ve katılaşan vicdanlarımızla, ana haber bülteni bitince "Survivor"un karşısına geçtik gene.

Akşam köpeğimi yürütürken gayet net görüyorum, pek çok evde her akşam, gece yarılarına kadar survivor izleniyor. İnsanlar kavga, gürültü ile dedikodu ile beslenen saçma sapan yarışmacıların bir halatın üstünde nasıl yürüdüğüne, bir topu delikten geçirip geçiremediğine kilitlenip 4-5 saatlerini o ekran başında geçiriyor. Kazanılan bir değer yok, öğrenilen bir bilgi yok, son günlerin deyimiyle birbirine yükselen, hakaret eden ve gıybet yapan insanların günlük hikayeleri var. Bizler de onların içindeki kötülüğü ve seviyesizliği günü gününe takip eden, bomboş beyinlere dönüşmüşüz.
O arada ülkede ne olmuş, hangi kanun teklifi onaylanmış, mecliste ne karar alınmış, yurt dışında nasıl temsil edilmişiz, hangi bağnazlıklar yaşamımıza sokulmuş kimsenin umuru değil.

Tepkisizliğimiz; sadece yakınımızda bir olay olunca yaşadığımız "ya benim başıma da gelirse endişesi" ile zaman zaman hafifliyor. O da en fazla iki, üç gün. Sonra aynı fütursuz tavırlarımızla yaşamaya kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Dün İstanbul Atatürk Hava Limanında yaşanan tuhaf terörist saldırı ile gene bir silkelendik. Yaşananların yanında, yaşanabilecekleri konuştuk. TV karşısında sabahladık. Gene sayıları dinledik; kaç ölü, kaç yaralı, kaç canlı bomba... (Gene de eminim arada survivor'a dönüp kim elendi diye bakan olmuştur aramızda)
İçimiz sızladı, iki gün önce indiğimiz uçağı, üç gün sonra çıkacağımız seyahati düşünerek endişe kapladı içimizi. Bir tepki verdik mi? Yoo... Ama, bol bol yazıştık whats up gruplarımızla, resimler paylaştık, endişelerimizi, korkularımızı anlattık birbirimize. Ama hiç birimiz rahat ve serin evlerimizden sokağa çıkmadık, kimseden hesap sormadık, "Yeter artık" diyemedik. Ne oldu da son bir senede bu ülke bu hale geldi, neden başka ülkelerin içişlerine bu kadar burnumuzu soktuk, neden pisliğin göbeği olan orta doğuya bulaştık diye soramadık.
Hep uzaktan baktık, hep endişelendik, hep korktuk...

O arada ekonomi çökmüş, kültür ve tahammül seviyemiz yerlerde, Avrupa'nın en istenmeyen ülkesi olmuşuz, dünya lideri olacağız derken "Türk'ün Türk'ten başka dostu olmaz" konumuna gelmişiz, sporumuz bitmiş, tarihin belki de en büyük beyin göçünü yaşar hale gelmişiz, güvenliksiz kalmışız, mutsuzluk oranımız dünya zirvesine yerleşmiş, özgürlüklerimizi farkına varmadan kaybetmişiz........

Ve biz hep uzaktan bakmışız, hep endişelenmişiz, hep korkmuşuz...

Allah aşkına; kalkın artık şu Survivor'un karşısından...

ARTIK YETER!

Sevgiyle...